Quantcast
Channel: SERHİRA..
Viewing all 221 articles
Browse latest View live

SİNESON'DAN HİKAYELER......ŞEHADET PARMAĞI KESİLEREK GÖMÜLEN PAPAZ

$
0
0
                         
MEZAR TAŞLARI
MEZAR TAŞLARI



Selam
Aşağıda sevgili Leyla Kaplan'ın araştırmalarının bir kısmı ile Sineson'da yaşanan  ilginç bir hikaye okuyacaksınız.
Keyifli okumalar, güzel geçen bir haftasonu diliyorum herkese...

Bugünkü adı Mustafapaşa olan Sineson köyü mübadele öncesi gayrimüslimlerin ve müslümanların birlikte yaşadıkları  Anadolu'nun eski köylerinden biridir. Konstantin Eleni kilisesi başta olmak üzere manastır ve kiliseleriyle, havyar ticaretiyle zengin olan Ortodokslarıyla ünlüdür. Köyün adını "Sin" ve "Asos" kelimelerinden geldiği ve anlamının "Güneşin Şehri" olduğu iddiası oldukça yaygındır. Bununla birlikte yerel bir Tanrı adından geldiği de iddia edilmektedir. "Asur ay" tanrısının adının "Sin" olması, köyün adının Asur Tanrısından geldiği iddiası daha doğru olacaktır. 

Başka bir iddia ise; eşkiya baskınlarına uğrayan diğer köylerden gelip yerleşmek isteyenleri bir araya getiren papazın adının "Sineson" olduğu yönündedir. Bu konu ile ilgili diğer bir araştırmada ise; sonu Sin, Sun, Sün ekleri ile biten yerleşim yerleri adlarına Uygurca'da rastlanıldığı ve bu köye  Uygur Türklerinin yerleşmiş olduğu ileri sürülmektedir.


Havyar ticareti, boyacılık, bakkaliye, gıda ticareti yaparak zenginleşen Sinesonlular, İstanbul ve Samsun Bafra'ya yerleşerek kendilerine özel topluluklar halinde, diğer topluluklardan ayrı olarak yaşamışlardır.


 Ulusal hayırsever Sineson'lu  Ioannis Varvakis'deki Psariano'dur. Zamanında, Rus çariçesi Katerina'dan havyar üretimi ve satışı iznini alarak, Astrahan'da kurduğu fabrikada ürettiği havyarı, Osmanlı ve Avrupa'ya ihraç etmiş, İstanbul'da yaşayan Sinesonlularla anlaşarak onlarında bu ticarete dahil olmalarını sağlamıştır.

Sineson'lu Ioannis Varvakis Psariano'nun, Osmanlı-Rus savaşı sırasında gemisi ile cephane yüklü gemiyi batırması üzerine, kendi gemisinin de batırıldığını, Rus gemiciler tarafından kurtarılarak Rusya'ya götürüldüğü rivayeti yanı sıra gemilerini Rus donanmasının hizmetine verdiği, gemilerinin Osman donanmasının baskınında yakılması üzerine kendisine gemi yapıp verme teklifini kabul etmeyip, havyar üretimi ve ticaretinin verilmesini istediğini, bunun kabul edilmesi üzerine havyar ticaretine başladığı ve İstanbul'daki havyar ticaretini buradaki Sinesonlular aracılığıyla geliştirdiği anlatılmaktadır.

Evangelia Balta ise; İstanbul'da iş aramaya giden Sinesonluların, Sakız adalı havyarcıların yanında çalışarak ticareti öğrendiği ve Sakız adasında başlayan isyanlar sonrasında adaya geri dönen Sakızlı tüccarların dükkanlarını yanlarında çalışan Sinesonlulara devrettiğini yazmaktadır.

Mustafapaşa (Sineson) köyü hakkında Tevfik Balta tarafından anlatılan ilginç olaylardan biri de; Eleni Konstantin kilisesi papazının şehadet parmağının kesilerek gömülmesidir. Köyün yaşlıları tarafından anlatılmış sözlü tarih çalışmalarından biridir ve çok ilginçtir.

"Sineson'daki Medrese müderrisi sesinin güzelliği ve sabahları Haşr suresini  okumasıyla ünlüymüş.  Eleni Konstantin Kilisesi papazı da her sabah kiliseye gitmek için Medresenin önünden geçerken okunan Kuranı dinler ve sonra kiliseye gidermiş. Papazın neden yürüyüp gitmediğini köylüler çok merak etmekle birlikte,sebebinin okunan Kuran'a saygısından kaynaklandığını düşünerek papazı takdir ederlermiş. Aradan geçen yıllar çeşitli söylentilere sebep olmuş. En yaygın olanı da Papazın Müslüman olduğu söylenti imiş. Papaz birgün kilisesini açmaya gidememiş. Merak eden görevliler, evine gittiğinde papazın öldüğünü görmüşler. Ertesi gün defin işlemleri başlamış. Meraklı görevliler Papazın evini araştırmışlar, evin gizli bir odasında "Kuran ve seccade" bulmuşlar ve papazın gizli müslüman olduğuna karar vermişler. Yapılan tartışmaların sonunda  papazın şehadet parmağını keserek Ortodoks adetlerine göre gömmüşler. (Papazın vücudunda inceleme yapılmış mıdır bilinmemek birlikte, yapılmış olma ihtimali çok yüksek)

Medrese müderrisleri ile samimi sohbetler yapan bir kişi olarak tanınan papazın bunca zaman Müslüman olmasını ve kendisini gizlemesine inanmayanlar bulunmasına rağmen şehadet parmağı kesilmesini papazın müslüman olduğunun bir kanıtı olarak kabul etmişlerdir. Bu olay dilden dile uzun yıllar anlatılmıştır.


-Bu ve benzeri cezalandırma şeklinin saygınlıklarını yitiren Hırıstiyan din adamlarına uygulandığı bilinmektedir. Mesela Katolik Papa Formosus'un öldükten sonra cezalandırılması oldukça ilginçtir. Papa Formosus (896)  öldükten 9 ay sonra, görevde bulunduğu süre içerisinde aşırı hırslı olduğu gerekçesiyle, Papa Stephen VI. tarafından 897'de cesedi çıkartılıp, Cadaver Synod'da kadavra yargılaması yapılmış ve haç işareti yaptığı sağ elinin üç parmağı kesilerek Tiber nehrine atılmıştır.

Nehirden çıkarılan cesed tekrar gömülmüşse de, birkaç yıl sonra bu seferde Papa Sergius III tarafından gömüldüğü yerden çıkartılan cesed yeniden yargılanmış ve sol elinin üç parmağı ile kafasının kopartılıp yeniden Tiber nehrine atılmasına karar verilmiştir-


SİNESON

Mustafapaşa’da(Sineson) Mehmet Şakir Paşa Medresesi (Kapadokya Üniversitesi)
 Mehmet Şakir Paşa Medresesi Kapadokya Üniversitesi olarak hizmet etmeye devam etmektedir.



SİNESON

Hacı Naim oğlu Hacı Hüseyin Efendi'nin mezarı


Papazın Müslüman olmasında etkili olan kişinin köydeki Mehmet Şakir Paşa Medresesinde müderrislik yapan "Hacı Hüseyin efendi" olduğu da anlatılmaktadır. Doğum tarihi bilinmeyen Hacı Hüseyin efendinin ölüm tarihi 1915'dir. (Mezar taşı kimliği belirsiz kişilerce çalınmıştır.) Kendisi hakkında "bilgili ve çeşitli hastalıkları tedavi eden kerametli bir eren olarak bahsedilirmiş. Karşısındaki kişinin aklından geçenleri okurmuş. 

Kuraklık sırasında  yağmur duası yaparken ayakları yerden kesilirmiş. İstanbul'da Hac duası yaparken, yine ayaklarının yerden kesilerek duasını tamamladığı da anlatılanlar arasındaymış. 

Öldükten sonra köye defnedilen Hacı Hüseyin'in mezarı yıllarca ziyaret yeri olmuş. Sadece Mustafapaşa köylüleri tarafından ziyaret edilmekle kalmaz diğer köylerden de Hacı Hüseyin Efendinin mezarı ziyaret edilirmiş. Özellikle hastalarına derman arayanların sık sık uğradığı bir yer haline gelmiş. Hastalar çocuk, büyük her kim olursa olsun mezarına getirilir, dualar edilir ve mezarından alınan toprak bir beze sarılır, şifa olsun diye hasta üzerinde bu minik keseyi taşırmış. Hasta çocuklar mezarın üzerine yatırılarak iyileşmesi için dua edilirmiş. Duadan sonra bazı kişilerce çocuk kantarla tartılırmış. Kantarın bir kefesine çocuk, diğer kefesine pamuk, yün veya yapraklar konularak tartılır, çocuğun konulduğu taraf ağır gelirse iyileşeceğine inanılırmış.

Aynı adetler gayrimüslimlerce Aziz Nikolas Manastırında da yapılmaktaymış. Manastır da yapılan dini törenlere Müslümanlarda katılır, bahçesinde namaz kılarlarmış. Manastırın bahçesindeki sarmaşık ve ağaçlara çaputlar bağlanıp, dilekler dilenirmiş. Günümüzde Anadolu'nun çeşitli yerlerinde buna benzer devam etmektedir.

Müslüman gözüken veya Müslüman kıyafetleri giyerek casusluk yapan Hıristiyan devletlerin casusları bir hayli fazladır. Sineson (Mustafapaşa) köyünde yaşandığı anlatılan bu olayla ilgili yaptığım araştırmalarda (istihbarat raporları hariç) böyle bir kayda rastlamadım.
Mustafapaşa'da (Sineson) anlatılan diğer bir olay ise; Medreseyi protesto ettiği söylenen papazın kendisini Medresenin parmaklıklarına asarak intihar etmesidir.




Aşağıdaki fotoğraflar  Nikolas Manastırının bahçesine taşınan  mezar taşları



SİNESON

 "Burda yatıyor Allah'ın kulu AnastasiosPARADİSOPULOS, 1855 doğumlu - 1909 ölümlü"
(Çeviri ThanasisPapanikolau)

NİKOLAS


MUSTAFAPAŞA

Burada yatıyor Allahın kulu Simeon……………..1876(ThanasisPapanikolau)

SİNESON MEZAR TAŞLARI

ΚυριάκοςΒλασιάδης Klimatianḗ kapasakáloglou;;1876



MUSTAFAPAŞA


MUSTAFAPAŞA





KAYNAKÇA

(1) Dilber İLİMLİ USUL İLHANLI DÖNEMİNDE UYGURLAR,DOKTORA TEZİ Danışman Prof. Dr. MUHİTTİN TUŞ, Konya-2016, Sh. 311)
(2) Fahri Çoşkun,888/1483 Tarihli Karaman Eyaleti Vakıf Tahrir Defteri, Vakıflar Dergisi, s.33 Mustafa Oflaz, 16.yüzyıl sonlarında Ürgüp Kazası, I. Uluslararası Nevşehir Tarih Ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Nevşehir 2011 s.322 (1530)Tarih ve 387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman Ve Rum Defteri, Ankara 1996, sh. 179,182)
(3)  Başbakanlık Osmanlı Arşivi




*Anadolu’da uzun süren kuraklık ve kıtlıkla ilgili yazışmalardan örnekler:
Osmanlı Arşivi,MV.,20-15-0,Yağmursuzluk nedeniyle Konya ve Niğde Sancaklarından harice zahire çıkarılmasının yasaklandığına, gelecek hasad mevsimine kadar ahaliye satılacak zahirenin belediyece satın alınması ve satıldıkça bedelini Malsandığına teslim etmek üzere, Ağnam Rüsûmundan bir miktar paranın belediye dairelerine borç verilmesine dâir.        H-25-08-1304/1887

*Osmanlı Arşivi,DH.İ.UM.EK.,14-99-0,Bu günlerde vilayet dahilinde yağmur yağıp yağmadığı, yağmış ise derecesinin bit-tahkik süratle bildirilmesi hakkında Aydın, Edirne, Konya, Kastamonu vilayetleriyle Kütahya, Menteşe, Karahisar, Niğde mutasarrıflıklarına tahrirat.                H-24-07-1334/1916
(4)  Tevfik Balta (Araştırmacı)

KAYALAR SALPOVA KÖYLERİ LÂKAPLARI ve SOYADI KANUNU

$
0
0




Selam
21 Haziran 1934 yılında kabul edilen Soyadı kanunundan önce, aileler lâkapları ile tanınmaktaydı.Bu lâkaplar ailenin bağlı olduğu boyu temel aldığı gibi, bazen de aile reisinin mesleği, ailenin önceki yıllarda yaşadığı yerler veya aile reisinin bedensel durumu ile ilgili birtakım kıstaslar göz önüne alınarak oluşturulmuştur. Bunun dışında ayrıca  aile büyüğünün adı ile söylenen lâkaplarda bulunmaktaydı. 

Soyadı kanunu ile getirilen bu değişiklik ile insanlar arasındaki farklar ortadan kaldırıldı. Aşağıdaki listede Salpova / Sılpova  köyüne ait lâkapları göreceksiniz. Lâkapların her biri yukarıdaki anlatımı birebir yansıtıyor.

Bu arada fotoğraflar Sevgili Thanasis'in objektifinden...Nerayda Ali Akmanos barajına ve barajın kenarında bulunan Nerayda köyüne ait. Enteresan olan bu köyü şimdiye kadar bana kimse sormadı, gölden bahseden olmadı.Barajın adı da ayrıca çok ilginç....mutlaka bir hikayesi var, fakat bunu ben bilemiyorum maalesef...


Aşağıdaki paragraf, İhsan Tevfik'in  Mübadele adlı kitabında yer alan   Salpova / Sılpova'nın bağlı olduğu Kayalar ve Cumapazarı anlatımı  Mehmet Kırca'ya ait röportajından....... 

"Kayalardan önce Cuma kaza merkeziydi. Cumapazarı derlerdi.Tevfik amcamın hanımı Atike yengem Cuma köydendi.Beylerin köyüdür Cuma ve orada büyük bir pazar kurulurdu. Cerelli tekkesi vardı, bir Bektaşi tekkesiydi.Kazanların kaynadığı, sıcak aşın eksik olmadığı bir yerdi. Bahçesi rengarenk güllerle dolu....Tekkenin başında Kazım baba diye biri vardı. Tekkede devamlı aş kaynardı ve gelen yolcuları, yoksulları doyururlardı.
Çerkezlerde vardı Cuma'da...tütünü o civarda daha çok Çerkezler ekerdi. Onlara vermişler bu işi.Binbaşı Cemal bey Çerkezdir. Çerkez Ethem'in adamları önce Atatürk'le ters düşüp o bölgeye yerleştirildiler. Yani civarda Çerkez köyleri de vardı. Af çıktıktan sonra o bölgedeki köylüler daha çok İzmit, Adapazarı tarafına göç etmişler.
..............
Yine Kayalarlı Cemal bey vardı, intihar etti. Yunanlılar geldiği vakit eziyet etmişler. Caminin içinde bir mektup bırakmış ve intihar etmiş, öyle anlatırlardı. Cemal beyin iki oğlu vardı, bir tanesi Demokrat Parti döneminde Menderes'in has adamıydı, avukatlık yapardı. Şimdi adı aklıma gelmedi. (Söz ettiği Şeref Kayalar ve Mazlum Kayalar kardeşlerdi.)

Akif Bey Merzifon'a gelmişti. Oradan da sattı savdı malını, gitti İngiltere'ye...Rum mektebinden mezundu. Bir iki dönem orada milletvekilliği yaptı. Öyle bir dönemdi ki dalkavukluk yapanlarda çok oldu. Kendini bey diye tanıtanlar oldu ki ayaklar baş, başlar ayak oldu. Zülfikâr bey vardı.Arnavut cinsindendi. "Zülfo bey" derdi köylüler....Akif beyin yanında görürdüm onu...O da İngiltere'ye gitti. Bir de Kasım bey vardı....."

Salpova köyüne ait lâkaplar aşağıda.....
                                                                                     Sevgilerimle

Kara Latif oğulları
Koca Kadirler
Süleymanoğulları
Dede Hüseyin oğlu
Kara Mustafa oğlu
Biko oğlu
Fettah oğulları
Cihanoğulları
Topalzadeler
Şekeroğullarından
Karakoçoğulları
Hacı Salihoğulları
Hacı İsmail oğulları
Şahin oğulları
Siyami oğulları
Türk oğulları
Mustafa Hoca oğulları
Davutoğulları
Koca Selim oğulları
Sakaroğulları
Kalfa oğulları
Zeko oğulları
İsmail oğulları
Kuru oğulları
Sagır oğulları
Koca Selim oğullarından
Mısırlıoğulları
Kara Hasan oğulları
Kara Mustafalar
Zülfiye oğulları
Saferoğulları
Şehabettin bey oğulları
Kel Süleymanlar
Kalfalardan
Kara Abdullar
Kayalarlı İsmail oğulları
Paşaoğulları
Dede Veli oğulları
Kara Muminoğlu
Dede Salihlerden
Çaka oğulları
İslam bayrakdaroğulları
Hasan oğulları
Osmançe oğulları
Apuşlarzade
Çako oğulları
Matuşoğulları
Yakupoğulları
Kuruoğulları
Latif Hocalardan
Davutoğulları
Azizoğulları
Menafoğulları

MARTİNKA - MART KUTLAMASI-NEVRUZ

$
0
0


                                                                                     Alıntıdır.

Güneş yılı esasına göre, Ömer Hayyam'ın başkanlığında hazırlanan Hicri Şemsi veya Celali takvimi (bir yılı 385 gün, 6 saat olarak kabul eder) Milâdi 15 Mart 1079 (Hicri 9 Ramazan 471) gününü yeni yılın başlangıcı "Nevruz" olarak belirlemiştir. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah döneminde kullanılmıştır. Bu takvim ekonomi ve tarım işlerindekullanılırken, ay yılına göre yapılan Hicri takvimde (1 yıl 354 gün,8 saat 48 dakika olarak Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç ettiği 622 yılı -0- olarak hesaplanmıştır) kullanılmaya devam edilmiştir.
Osmanlı Devleti'nin mali işlerini düzenleyen Rûmi takvim;Hicri 1205(1790) yılından itibaren mali işleri düzenlemek için kullanılmıştır. 13 Mart Rûmi takvimde, Şubat ayının bitişi, Mart ayının (baharın) ilk günü olarak belirlenmiştir.

Jerveni köyünde 13 Mart; Martinka (Mart kutlaması) adıyla, baharın gelişi olarak kabul edilir ve kutlanır. Hazırlıklar bir hafta önceden başlar. Evlerde temizlik yapılır. Yufkalar açılır,ekmekler pişirilir.


   O gün veya ertesi gün “Martinka” kutlaması yapılan evler başta
 olmak üzere gidilen her  eve, ellerine birkaç küçük kuru dal
 veya  odun parçası, çalı çırpı ile yeşil yapraklı dallar götürürler. Eski yılı kuru dallar, yeni yılı yeşillenmiş dallar temsil eder ve eve sağlık ve  huzur getireceğine inanılır.


                               Alıntıdır
13 Mart akşamı sofraya, evde ne varsa konur. Yumurtalar kırmızıya boyanır.
Yumurtaları boyamak için  soğan kabuğu konulan su kaynatılır. Beyaz yumurtalar bu suya konularak kaynatılır. Birkaç dakika sonra  yumurtalar kırmızıya yakın bir renk alır. Daha sonra yumurtalar kırmızı renklerle, şekiller verilerek boyanır. Yumurtalar paylaşılır ve tokuşturulur.Tokuşturulan yumurtalardan kırılmayan yumurtanın sahibinin çok güçlü ve sağlam bir yıl geçireceğine, bolluk bereketin artacağına  yorumlanır.
                                                         Alıntıdır


 Özel Mart mısırı kaynatılır. Bu Mısır küllenmiş mısırdır. Kaynatılarak hazırlanır Mısırın bolluk ve bereket getireceğine evin halkının çoğalacağına inanılır.
Çeşitli yiyeceklerden yedi çeşit (mısır, bal veya pekmez,lahana turşusu, sarımsak, ceviz, yumurta, börekten(maznik) oluşan sofralar hazırlanırdı..Sofrada bulunan her bir yiyeceğin, ayrı ayrı anlamı vardır; 
-Lahana turşusu, yıl boyunca sivrisinek, arı gibi böcekler ısırmasın diye yenilmektedir.
-Sarımsak,  yıl boyunca ağzın kötü kokmasını önleyeceğine ,sağlıklı olunacağına ve  sarımsağın büyülerden koruduğuna inanılır.
-Bir sepetin içine ceviz konulur ve aileden herkes sepetin içinden ikişer tane ceviz alır. Cevizler avuç içinde kırılır. İçi sağlam ise yıl boyunca sağlık problemi yaşanmayacak anlamına gelir, çürük çıkarsa sağlık sorunu olacağı düşünülür.
 -Pekmez veya bal ise; yıl boyunca ağzımızın tadı yerinde olsun,tatlı dilimiz olsun, tatlı tatlı konuşalım temennisi için yenilir.

 -“Maznik” kuru fasulye yemeğinin taneleri ve yufka ile yapılan börektir. Böreğin içindeki fasulyelerin anlamı, ailemiz geniş olsun, çoğalsın, bolluk olsun demektir.
                                                                                  Alıntıdır

-Beyaz ve kırmızı ip karıştırılarak adına “Martineçka” denilen özel ipler yapılır. Beyaz sağlık ve temizliği, kırmızı ise gücü simgeler. Yıl boyunca sağlıklı ve güçlü olma anlamını taşır. Bu ipler bileğe bağlanır. Bileğe bağlanan ip Kırlangıç kuşu görülünce çıkarılıp yüksek bir yerden havaya atılarak dilek dilenir. 

Kırlangıç kuşu görmeyen kişi bu ipi yüksek bir ağaç dalına asarak dileğini söyler. Marteniçkaların havaya atılması veya ağaç dalına gevşek olarak bağlanması “Rüzgar tarafında uçurulması , ağacın dalından düşerse güzel günler geçireceklerine,dileklerinin olacağına inanılmasından kaynaklanmaktadır.

Martinka gününde evde bulunan evin en büyüğü, eline iğne iplik alır önceden hazırlanmış küçük bez torbaların ağzını kırmızı beyaz iple diker. Genelikle kırmızı veya beyaz torbalar kullanılır.Torbayı dikerken evdekiler:
 -“Ne dikiyorsun?” diye sorar (Şopraş ta ka), O da  “Düşmanların ağzını dikiyorum! Yıl boyunca kötülük gelmesin, hakkımızda dedikodu yapılmasın. Yılanların, çıyanların, akreplerin, kötülerin, kötülüklerin ağzını dikiyorum bize zarar vermesinler…Kesemiz para dolsun. Evimizde, ambarlarımızda bolluk olsun, çuvallarımız dolsun” diye cevap verir.. Torba ağzı dikildikten sonra büzdürülür sıkıca bağlanır ve saklanır.


                                       Alıntıdır

 Ayrıca evdeki tüm eşyaların, mesela çömleklerin testilerin, kulplarına da kırmızı beyaz ve kırmızı ipler bağlanır. Yayığa (matka) bağlanır, yağımız bol güzel olsun.Un ve bulgur vs. torba ve çuvallarında ağzı aynı şekilde bağlanır.( Benzer uygulama “Marteniçkalar” hıdrellezde de yapılır ve gece yarısı gül dalına asılarak dilek dilenir ..)

Gece hayvanlara da, özel yiyecekler verilir. Saman ve ot bol tutulur, elma,armut gibi yiyeceklerde konulur. Hayvanların o gece kendi aralarında konuştuklarına inanılır. 
"Hayvanların sesleri dinlenerek yorumlar yapılır.." hayvanların kötülüklerden korunması için, ahırların önünde tütsüler yakılır,  sabah erkenden kül dolu bir testi evin dışarısında kırılır.  Etrafa dağılan kül ile evdeki bit, pire gibi haşaratın gideceğine inanılır. Ayrıca dağılan  külün büyü ve nazarı yok edeceğine inanılmaktadır. Sönen ocağın temizlenmesi ile bütün dertlerin evin dışına atılması anlamına da gelmektedir..
 Sabah çok erken kimse sokağa çıkmaz. Herkes pencereden bakar ve sokakta ilk gördükleri kişiye seslenerek;
"Selam  verir ve nereye gittiğini sorarlar sonra
 -Benim sorunlarım gitti artık. Onları sen alır mısın! diyerek seslenilir..Bu kişinin verdiği cevaba göre yorum yapılarak sorunlardan kurtulduklarına inanılır...
Örneğin güler yüzle(güleç) " aldım" veya "sorunlarımız artık geride kaldı üzülmeyin" veya "Allah büyüktür halleder" vs..şeklinde cevap verirse seslenilen kişi sevinir. Tepkisini farklı bir şekilde homurdanarak verirse dertlerin bir süre daha devam edeceğine inanılır(1)

Martinka'ya ait sözlü tarih çalışmasını bize aktaranlar
(1)Müzeyyen Güller,Münevver Güller, Kadime Aslan Emine Özbay

Martinkamız, Nevruz'umuz kutlu olsun. O kırmızı-beyaz iplerdeki dileklerimiz tüm dünyaya barış getirsin..
                                                                                    Sevgilerimle


KILKIŞ-AVRETHİSAR'INA BAĞLI KÖYLER ve TARHANACILAR

$
0
0

Kılkış genel görünüm



Yıl 1923
Aralık ayının başlarında günlerden bir gün.....
O gün ki,  Rumların 1922' nin  Eylül'ünde köyü terk edişlerinden sonra, 14 ay sessizliğe bürünen Tuzla'nın sessizliğini tahaffuzhane önüne demirleyen köhne  Ümid gemisinin yorgun makinalarının homurtusunun bozduğu gün......
Kimdi, kimlerdi Ümid'le gelenler?
Nereden gelmişlerdi?
Niçin gelmişlerdi?

AVRETHİSAR

 Tuzla'nın yerli halkı sorularının yanıtlarını ararken gemiden indirilenler temizlenip paklanmak ve sağlık kontrollerinden geçirilmek üzere beşerli-onarlı gruplar halinde tahaffuzhanenin karanlık odalarına gönderiliyordu.
Neden sonra öğrenildi, Ümid'in Selanik'ten mübadil getirdiğini.........
..............
O hüzün dolu geminin yolcularından biri ise anasının sinesinde dört aylık bebek olan Kılkış Sevindik köyünde dünyaya gelen Rasim Serbest'ti....



Altı kardeş,annem Ayşe ve babam Ramazan'la gelmişiz.  İnince doğruca tahaffuzhaneye götürmüşler bizi....bir tarafta biz yıkanırken, bir taraftan elbiselerimiz yıkanıp temizlenmiş ve kurutulmuş. Rumca ve Pomakça bilen babam Bin Ali Ramazan Pelvan Sevindik'te subaşı olarak görev yaparmış.Sık sık Kılkış'a gidip gelirmiş. Rumlar babamı sever ve sayarlarmış. Bir seferinde  bu sevgi ve saygı ahaliyi katliamdan kurtarmış. Çeteciler köy halkını çoluk çocuk camiye toplamışlar öldürmek için....ama içlerinden bir Rum;
- Ramazan pelvan'ın çok ekmeğini yedik.Dokunmayacaksınız onlara demiş. Bütün köyü salıvermişler.
........
Serbest ailesi mübadil olmayı hiç istememiş. Ama mecbur kalmışlar. Rasim Serbest de aynı kanaatte...Bu konuda "yapacakları birşey yoktu" diyor.
Peki ya bugün ne düşünüyor Rasim bey?


                                       Kılkış Hükümet konağı

"Mübadele cefa, mübadil de cefa çeken demek bence...insanları huzursuz eden bir uygulama....iyi birşey değil....yerini yurdunu kendi rızan olmadan terk ediyorsun.Bir de geldiğin yerde problem yaşıyorsun. Tuzla'nın yerlileri epeyce bir zaman bize "tarhanacı" dediler. Neden? biz sabahları çorba içiyorduk, onlar çay.....çorba içmemizi beğenmediler. Bu yetmezmiş gibi "pis macır"da diyorlardı. Ama kendini bilenler bize değer verdi. Bir de uzun zaman mübadiller kendi aralarında anlaşamadı"
diyor Rasim Serbest...... Sayın İskender Özsoy tarafından derlenen "Selanik'te sela sesi" adlı kitabında.....
.........................
AVRETHİSAR
Eski hükümet konağı

1902 tarihli Selanik salnamesine göre,  Kılkış'ın nüfusu 6500... Şehrin merkezinde 1 cami, 1 mescid, 1 tekke, biri İslâm, dördü Hırıstiyan olmak üzere 5 mektep, 1 manastır, 2 kilise, 1255 ev, 12 han, 380 dükkan, 3 dakik fabrikası (un fabrikası)  ,18 şirugan (susam yağı) değirmeni, 12 tuğla ve kerpiç hanesi, 1 mezbaha, 40 parça çiftlik ebniyesi (binası) ve 1 taş kireç ocağı varmış. Ayrıca 1 hükümet konağı, 1 telgrafhane ve belediyeye ait 1 memleket bahçesi varmış. (Bizim bu günlerde meşhur olan millet bahçesinin isim annesi meğer memleket bahçesiymiş ve Selanik'teymiş)
Kazada Paprat, Şeremenli, Pikova ve İsenfice dereleri Galik deresi ile birleşirmiş. Yağmurlarla birleşince bu dereler öyle bir taşarmış ki, mevsim bitinceye kadar geçit vermezmiş.
Kasabaya 1 saat mesafede ki  Yaneş çiftliğinde Ekşi su adı ile bir su kaynağı varmış, salnamede  limonata tadında olarak betimlenmiş.
Vardarofça çiftliğinde bir sal varmış, onunla Vardar nehri üzerinden karşı yakaya geçilmekteymiş.
Avrethisar'ın da 36 camii ve 68 mescid varmış. Ayrıca Sarıgöl'de bir Halveti dergâhı bulunmaktaymış.

fotoğraflar yazının üzerine tıkladığınızda fotoğrafların kaynağına ulaşırsınız :)


Harita çok entresan Türkiye Avrupa Türkiyesi ve Asya Türkiyesi olarak betimlenmiş. 

AVRETHİSAR

1900'lü yıllardan ikiz tütün deposu


Kılkış'dan gelenlerin  yerleştirildikleri bazı yerlerin listeleri aşağıda.....
Adana- Kozan,Mahmutlu,Arslanpaşa mahallesi, Hızır İlyas mahallesi, Akçamescid mahallesi,Gaziköy,Pekmezci, Ceyhan
Kırklareli-Vize, Lüleburgaz,Topçu,Pınarhisar Yancıklar köyü
Balıkesir-Edremit,Zeytinli,Avcilar
Bandırma-Havran
Ayvalık-Yozgat-Adapazarı-Çorlu-Germiyanköy,Değirmenköy
Tekirdağ-Yenice köyü, Selçuk-Semetli köyü,İnecik kazası
İzmir-Bergama, Dikili,Sofancı köyü, Kınık nahiyesi,Ödemiş, Urla,Karşıyaka-Bayraklı, Menemen-Seyrek, Göztepe, Bornova, Tire, Bergama, Menemen-Aliağa Çiftliği
İstanbul-Beyoğlu, Osmanbey, Şişli,Karagümrük, Üsküdar, Silivri, Paşabahçe, Tuzla, Çatalca-Istranca, Büyükçekmece-Celaliye, Lüleburgaz,Çiftlikköy
Edirne-Kavaklı, Uzunköprü, Zalif köyü,Tırnova, İpsala, Koz köyü, İbriktepe,
Manisa-Soma, Salihli,Horusköy
Bursa-Mudanya,Karacabey
Çanakkale-Ezine,Lapseki
Afyon-Şuhut,İscehisar
Ankara-Zonguldak-Bartın
Bilecik-Yenişehir
İçel Tarsus Müftiköyü

Bir takım genellemeler yaparsak eğer

Rahotça köyü Tekirdağ'ın Semetli köyüne
Çernal köyü,Edirne Uzunköprü'ye, Edirne Pendik mahallesine ve Cisri Ergene kazasına
Hasanobası köyü Tekirdağ-Köse İlyas'a
Virlan köyü Aydın Söke Yeniköy'e
Surlova köyü İstanbul Kartal'a
Gökçeli,Gökçeli Zir, Büyüklü köyü Tekirdağ, Mürefte kazasının Yenice köyüne
Kraşteli köyü Edirne Kavaklı ve Uzunköprü'ye
 Ayrıca  Çernal köyüne bağlı Hacı Ali Obası ile Fıçı obası adında iki oba mevcuttur.






fotoğraflar bu siteye ait  yazının üstüne tıkladığınızda karşınıza çıkan linkten......


AVRETHİSAR



KILKIŞ'TAN GELENLERİN KÖYLERİ
geldikleri yerler ile yerleştirildikleri yerler Devlet arşivleri kayıtlarına göre oluşturulmuştur.


Armutlu
Karapınar
Vardarofça
Işıklı
Çernal/Çırnal
Karapazarlı
Dervişli
Savcılı
Veisli
Popova
Bulamaçlı
Pirnarı Kebir
Nariş
Köşklü
Dereli
Volovat
Pişova
Karalı
Dimonçe
Hacıoğlu Ovası
Muzgallı
Savcılı
Çipalı
Doğruova
Hacıeseler
Kölemenli
Surlova
Karasüle
Seslova
Ahlatiye
Yardımlı
Semdikli
İsnefçe
Hamzalı
Durbalı
Pankrahasan
Hırsova
Beyaslı
Durasanlı
Çokolova
Kürküt
Güllülü
Divanca
Kebeceli
Serçeli
Çernal Davutlu
Yahyalı
Radila
Başoldere
Razla
Paprat
Çoraplı
Cami Buruklar
Arbor
Balioğulları
Beyazıtlı
Yaşlıdere
Planitçe
Potareş
Perest
Başmahalle
Hoca
Karasüle
Çalışlı
Hasanobası
Gırbaşı Bala
İncikli
Todorova
Gökçeli Zir
Gırbaşı Zir
Saraçlı
Baş
Büyüklü
Alçak
Yenimahalle
Şanşanlı
Gökçeli
Seyyidli
Kalınova
Nariş
Cepli
Torsun
Astalı
Şeyhkölemenli
Bulamaçlı
Ağanlı
Çernal Rahmanlı
Mursallı
Kraşteli
Kuşova
Kasımlar
Ellezli
Salmanlı
Sapancalı
Hacıbaba
Osemli
Mirova
Hacılubese
Öksüzlü
Haşmeli
Turgutlu
Rayan
İsmailli
Fıçıobası
Rahmanlı
Odva
Seyraklı/Seyrablı
Kocamahalle
Davutlu
Çiftlicek
Vedirlan
Hoca Bahişli
Virlan
Surlova
Kıbleler
Ezenceli
Gırbaşı Aziz
Kayalı
Oruçobası
Dağhaşmeli
Akıncalı
Görçalık
Otmanlı
Dağkölemenli
Çağlı
Kepçeli
Aşıklı
Asioğulları
Mürselli
Kara Ahmatlı
Horaviçe
Minetli
Lahne
Saraylı
Hacıyunus
Kocakasımpaşa
Çernal Sündüklü
Sarıdoğanlı
Avrevinçe
Karapazarlı
Sersemli
Gömenç
Başbahçili
Fenerli
Koçoğulları
Yusufhanlı
Çalıklar
Balmış
Toyran
Rahotça
Belaniçe
Erikli
Robova
Bekirli
Karamur
Eceoğulları
Tarlabaşı
Tokuşlu
Boycice
Çalıklı
Merzen
Sarıgöl
İlyaslı
Mecdirek
Ostuyak
Yurdubala
Devresinli
Orlanca
Lelova
Çepelli
Bağşılada
Porçalı
Sincalı
Akıncalı
Başanlı/Yenimahalle
Encekli
Zir Mahmudlu
Kurtağlı
Marşalı
Yosvanlı
Pangırazlı
Karlobası
Karamat
Gıramutfe
Ulaşlı
Hezincili
Çorlu
Anatollu
Körcalıklar
Motol
Karasinan
Yaşlıdere
Gümüşdere
Halaçlı
Hüsrevli
Kılayoğca
Kömürcü
Hacıbari
Çoruklar
Vitrene
Serçeliçift
Hisar
Menetli
Urlanca
Sapancalı
Doğanca
Cinkaya
Bala Mahmutlu
Günçiftlik
Kösemurçeli
Güleş
Yağcılar
Karaorman
Beşevler
Gebeceli
Uğurlu
Çayderesei
Ezyor
Başlıdere
Kozbayırlı
Hondollu
Karacahızırlı
Kocaimarlı
Oravite
Karasol
Bağcılar (Mustafaca,Anbarköy,Sakanlı)


ÇİFTLİKLER
Vardarofça
Şeremetli
Akçakilise
Perest
Salmanlı
Yeniköy
Gavalan
Beylerli
Seslova
Alçak kulubeler
Armutçu
Kazanova
Anbarköy
Hırsova
Dombova
Rateş
Motol
Aleki
Serçeli
Dimonçe
Dobrofça
Çömlekçi
Kokarca
Potoroz
Satanlı
İsterezova
Yaneş

NAHİYELER
Karadağ
Rayan
Çernal
Paperan
Rahyan
Vardar


MAHALLELER
Koz mahallesi
Hoca mahallesi
Urfa mahallesi
Başmahalle
Muhacir mahalle





KESRİYE KÖY VE MAHALLE ADLARI ve JERVENİ ANILARI

$
0
0




 Fotoğraflar bu siteden

İslam Ansiklopedisinde Kesriye için  adı Yunanca "kunduzların yaşadığı yer" anlamındaki Kastoria'dan gelir. Yunan Makedonyası'nın kuzeybatısında aynı adla anılan göle doğru uzanan küçük bir çıkıntının üzerinde yer alan ufak bir kasabadır. (1981 yılı nüfusu 20.660) Yaklaşık 1385-1912 yılları arasında Osmanlı yönetimi döneminde büyük bir kazanın merkeziydi. Kazada 1900 yılında 126 köy bulunmaktaydı. Osmanlı döneminde kasabada bir kale,kışla ile yedi cami,medrese ve tekkeler vardı. Aynı zamanda Yunan Ortodoks kültürünün de merkezi konumundaki bu kasabada bazıları yüksek sanat değeri taşıyan XVI yüzyıl freskleriyle süslü irili ufaklı yetmişten fazla kilise mevcuttu." olarak anlatılan Kesriye'ye bağlı bir köydür Jerveni....... aşağıda Jerveni'ye ait Sayın Leyla Kaplan'ın derlediği Balkan savaşları dönemini ve mübadeleyi  anlatan sözlü bir tarih çalışmasından notlar ile okuyacaksınız. Yazının sonunda mübadeleden önce Kesriye'ye bağlı olan köylerin ve mahallelerin isimlerinin olduğu listeyi bulabilirsiniz.
Aşağıda okuyacağınız anılar Sevgili hocam Leyla Kaplan'ın derlediği ve yazdığı Balkan Savaşı sonrası Jerveni köyü hakkında anlatılan hatıralardan oluşuyor. 
Aşağıda yazılanlar  bir dönemi bize anlatan çok değerli anılar.... keyifli okumalar 


                                                                                                 


Silyanov ve Jerveni anıları
(Silyanov Makedon asıllı Fransız gazeteci)

Gramos, Kostur bölgesinin güney batı kısmının şekillendiren bir dağdır. Yunan çetelerinden köyleri korumak için bir grup Bulgar Makedon milliyetçi genç Kostur köylerine geldiklerinde,  köylülerden  nasıl zulüm gördüklerini, nasıl yiyeceklerinin ellerinden alındığını , en kötüsü ise kadınlara ve kızlara neler yaptıklarını  dinlediler.

 Silyanov ve arkadaşları Müslüman köyleri korumak için yapabilecekleri her şeyi yaptılar.
Bu kötü günlerde Silyanov’un yaptıkları  içinizi rahatlatır.

Balkan savaşından sonra Jerveni halkını silahsızlanmak için  zorlamışlar. Silyanov; Jerveni halkını dürüst, alçak gönüllü , misafirperver  olarak anlatır.

Yunan kuvvetleri tarafından  kuşatılan ve teslim olmaları istenen Jerveni halkı silahsızlanma konusunda Osmanlı ordusu silahsızlanabilir ama biz siviller neden silahsızlaşalım diyerek  silahlarını teslim etmeyi red etmişlerdi. 

Silyano;
 "Jerveni köylülerini teslim olmaya ikna etme çabaları sonunda sonuç vermiş ve bir heyetin köydeki halkı rahatsız etmeden sayım yapacağı garantisi verildikten  sonradır ki, köylüler teslim olmayı kabul etmişlerdi.



 Bir sokak boydan boya beyaz bir bez ile  şerit ile sarılmıştı. Oradan ellerinde beyaz bayraklı fesli insanlar şerit kenarına geldiler  ve  yalın basit bir makedonca ile  bizi karşıladılar"

 -Adalet ve güvenlik istiyoruz dediler.

Köyde girerek gezen heyet, önce okula uğrar. Silyano “Jerveni’de okul iki sınıflı ve teneke bir soba ile ısınan basit bir okuldu. Hocaları sınıfa girdiğimizde çocuklarla ders yapıyordu. Bizi selamladı. Nazik kibar bir insandı, başında çalması (sarık) ile bizi selamladı. Ondan halk ile konuşup  silahlarını teslim etmeye ikna etmesi istendi. 

 - artık güvendeler sizi Türk-Müslüman olarak değil kardeş olarak görüyoruz dediler.

Jerveni halkından bir kaç kişi silahlarını vermemek için  direnirler.

 Köylülerden birkaç kişinin dışında Vratnik – valki silahlarını vermemek için direnmiş, en son silahını o vermiştir. Silahlarını teslim etmeyi kabullenenler silahlarını bırakmışlar. Barış içerisinde silahsızlanan ilk  Türk köyü Jerveni'dir.

Ardından 

-Güvenlik ve istikrar istiyoruz. Ağalık liderlik gibi bir derdimiz yok. Silahları verirken de bir kızgınlık duymuyoruz dediler.. 

Bir anda onların Slavlara benzeyen yüzlerini  akıllı, kibar tavırlarını gördüm. diyerek anlatıyor Silyano.....

 Sonra ne oldu biliyor musunuz?

Bir süre sonra bu duyarlı masum Jerveni halkına Makedoncayı unutun, artık Yunanca konuşun talimatı verilmiştir.



Jerveni köyü çeteleri

Balkan savaşı öncesi ve sonrasında Kesriye Jerveni köylülerinin kendilerini korumak amacıyla çeteler kurdukları bilinmektedir. Bunlardan  sadece bir çetecinin ismi tespit edilebilmiş ancak birden fazla çetenin var olduğu bilinir.

 Belgelerle tespiti yapılan çetecinin ismi Lokman kısaltılmış haliyle Liko'dur. Bulgar  çeteciler tarafından koyunları çalınan Liko, onları takip ederek öldürür ve koyunlarını kurtarır bu yüzden  yakalanıp yakılmaya çalışılan Liko’nun  kendisini yakmak isteyen çetecilerin elinden kurtulduktan sonra kurduğu çete ve mensupları Liko çetesi olarak adlandırılmaktadır.

 Yün satmaya giden Liko’nun kendisine kurulan tuzaktan bir daha kurtulması onun şöhretini arttırmıştır. Köydeki kızını akrabalarına emanet ederek çevresine topladığı Müslüman köylerden gençlerle, Yunanlı ve Bulgar çetelerle çatışmalara giren Liko hakkında söylenen; 

"Kurttan sisden korkmam Liko’dan korktuğum kadar" sözü, müslüman köylerine saldıran ve onları destekleyen hıristıyan köylere ve  müslümanlara kötü davranan kişilere  karşı başarılı bir mücadele verdiğinin ispatıdır.

 Liko çetesinde; Hayrettin, Hacı Çiyan isimlerini tespit ettik. Bu ve benzeri çeteler için Kesriye komutanlığına müracaat edenler Jerveni köylülerinden de şikayet etmektedirler. Mübadele sırasında Liko'nun kızı Fatma  akrabalarının vekilliğinde Ürgüp - Sineson (Mustafapaşa) köyüne getirilirken Liko çete faaliyetlerini sürdürmüştür. Selanik’te kafileye yetişen Liko gemide hastalanmış, Ürgüp’e geldikten sonra burada vefat etmiştir.

Anlatılan sözlü tarih çalışmalarından bir diğer olay ise,  Bulgar çetecisini tanıyan odun kesmekten dönen Jerveni köylüleri atıyla  yanlarından geçmekte olan Bulgar çete liderini tanıdıkları ve kendilerine sataşan çete liderine baltalarıyla saldırıp bacağını keserek öldürmeleri ile ilgilidir.

 Bunu yapan  köylülerin  yakalanma korkusuyla, köye dönmeyip uzun süre saklanmalarının sonunda Amerika’ya işçi olarak gitmeyi başararak kurtuldukları yakınları tarafından anlatılmaktadır.

                                                                             Sevgilerimle





KÖYLER


Komaniç
İsteçko
Gorenci
Horpeşte
Klandrob
İzkeble
İskamçeko
Ezkible
Zeleniç
İslemeşte
İstariçani
Pojigrad
Bahçıvan
Vidhova
İsliveni
Mavrova
İslatine
Jelingrad
Papraçko
Zağra
Diraniç
Dobrolişte
Jerveni
Zabirdeni
Evşani
Tikveni
Seniçe
Lebçeşte
Çitrok
Kutlucu
Gurneci
Lodova
Lanka
Zelkoş
Terstika
Tirpeşte
Linga
Atik Çiftlik köyü
Taplıca
Zabirdeni
Jelin
Cefruk
Nehaleşye
Fotinişte
Garnise
Varoş
Şak
Zelengrad
Galişte
Zelin

Ravani
Çakoni
NAHİYE
Bireştani
Doropeşte
İzmiki
İsfetinedla
Çayır

Setume
Nohol Çiftlik köyü
MAHALLE
Garleni
Markovani
Kulle
Tohul
Vebçeşte
Kurşunlu
Şeştova
Dopyan
Debbağhane


Varoş


Hasan Efendi


Cami


Gazi Yakupbey



KOZANA FOTOĞRAFLARI ve E-DEVLET MACERAMIZ

$
0
0


Selam
Kozana adı bir çok insanın hayatına E-devlet'in Şubat 2018 yılında kullanıma açtığı Alt-Üst soy bilgilerini öğrenme portalı ile girdi. Dedelerimizin, nenelerimizin babalarının annelerinin doğduğu yerleri ilk defa orada gördük.Nerede olduğunu bile bir çoğumuz bilmiyorduk.Merak, endişe, sevinçten sisteme o kadar çok yüklendik ki, günlerce e-devlete giremedik. Sistem error verdi, bu seferde bir hafta  sistemin düzeltilmesini bekledik. Sonuçta elimizde birer kağıt ilk kişinin doğum yerini aramaya başladık. Kozana, Kayalar, Sarışaban, Florina, Nasliç, Grebene, Yanya, Kesriye..... İlk aklımıza gelen google sormak oldu. Twitter'da tt yaptık, balkankökenim, balkan,selanik  etiketlerini......birbirimizle şakalaştık, espri konusu oldu senin deden, benim nenem..... Yok öyle yerler bulamadık veya bulduklarımız birkaç kelimeden  öteye gidemedi.Kulaktan dolma bir Selanik adı dillerde...nereden başlayacağımızı, nasıl gideceğimizi bilemez haldeydik.
Bu günlerde  blogdaki trafik de bayağı arttı. Mübadele etiketli her yayınım, 2500-3000 tıklanma almaya başladı. Hatta 15 Şubat'ta aldığım tıklanma sayısı 23.000 idi.  Bu bir blog için müthiş bir rakamdı. Bence şu ana kadar yapılan en güzel hizmet bu kayıtların halka açılması idi.

Üzücü olan ise; kökleri Rumeli'ye dayanan mübadil torunlarının Atalarının isimlerini bilmedikleri gibi, nereden geldiklerini, niçin geldiklerini de bilmiyorlardı. Bu durum çok acı....çocuklarımıza kültür aktarımı yapamadığımızın çok net bir kanıtı olarak karşımızda durduğunu bize gösterdi. Bir toplumun mensubu olmak o toplumun oluşma sürecinde ortaya çıkan kültürünü taşımak yükümlülüğünü de beraberinde getirmeli, bireyler arasındaki zincir koptukça kültürsüz toplumlar ve maalesef kültürsüzleşme ortaya çıkmakta...bu durum ise kullanılmaya çok müsait bireylerden oluşan topluluklar ortaya çıkarmakta...... bilmeyen, bilmediği için düşünemeyen, empati kuramayan insanlar yetişmekte.....sonrası ise geçmişi ile bağı koparılmış, nereden gelip, nereye gittiğini bilmeyen   emperyalizm tarafından kullanılmaya müsait  bir güruh..........

Büyük Atatürk'ün dediği gibi
"Geçmişini bilmeyen, geleceğine yön veremez"
Aşağıda bir çoğumuzun rüyalarını süsleyen Kozana'ya ait fotoğraflar var. Bu fotoğrafları bize ulaştıran sevgili Thanasis'e teşekkürlerimle.....   


































YANYA KÖY, MAHALLE, ÇİFTLİK ADLARI ve AH VRE YANYA.....

$
0
0




Yanya fotoğrafları, Lozan Mübadilleri Vakfı sayfasında 2015 yılı Yanya gezisi izlenimlerini paylaşan Sayın Aydın Ataberk'e aittir.





"Uygur bey ;Yanya'nın zengin ve tanınmış ailelerinden birinin oğluydu. Uzun boylu, güçlü kuvvetli, yakışıklıydı. Gür saçları,kara kaşları,kara gözleri uçları hafif yukarı kalkık bıyıkları ile girdiği her ortamda hemen fark edilirdi. Üzerindeki yağmurluk ince kaliteli, koku yapmayan deridendi. Ceketi, pantolonu en güzel İngiliz kumaşından Yanya'nın en iyi terzisi Sarkis efendinin elinden çıkmaydı.
Yanya çarşısında gümüş işlemeciliği yapan büyükçe bir dükkanı vardı Uygur beyin....yanında 3 usta çalıştırıyor, üç katlı büyükçe bir konağı rahatça geçindirebilecek kadar para kazanıyordu. Ancak içinde hiç dinmeyen bir sızı vardı geçmişi ile ilgili....bin bir hevesle Harp Okuluna  girmiş, başarılı bir subay olarak çıkmıştı.1897 Osmanlı-Yunan harbine katılmıştı teğmen olarak..
"Süvari teğmeniydi" Kılıcını bir mücevher gibi taşırdı belinde....
Ne yazık ki kaderin başka sürprizleri vardı genç Uygur için....askerleri ile talimden döndüğü buz gibi bir kışın sabahında annesinden aldığı bir telgrafla bütün hayatı alt üst olmuştu. Babasının ölümünden sonra Ata bildiği biricik abisi, yengesi ve üç yeğeni bir Rum çetesinin pususuna düşmüş ve katledilmişlerdi. Anası "dön gel oğul" diyordu."Başımızda ol"
Haklıydı anası...evde anası,ablası ve küçük kız kardeşi yalnız kalmışlardı. Başlarında onlara sahip çıkacak biri lazımdı. Çok sevdiği askerlik mesleğinden ayrılmak zorunda kalmak yüreğini paramparça etse de razı olmuştu kaderine........

Şimdilik razı olmuştu kaderine,  o zaman bilmiyordu ki; bir süre sonra yaşadığı şehri ve halkını korumak için askerlerin başına geçeceğini.....




"09.Kasım 1912'de Selanik şehrini teslim alan Veliaht prens Konstantin, 19 Ocak 1913'de iki güçlü tümenle Yanya bölgesine geldi. İki ayrı tümeni daha bölgeye getirtti.Prens Konstantin Alman akademisinde birlikte okuduğu arkadaşı Esat Paşa'ya gücünü göstermek istiyordu. Aralıksız bir gün süren çok yoğun bir topçu ateşi başlattı. Topçu ateşi o kadar yoğundu ki; Osmanlı topçu subay ve erlerinin bir çoğu öğlen olmadan ya yaralanmıştı ya da şehit düşmüştü.
Osmanlı birlikleri çok zayiat vermişlerdi. Mermileri tükenme noktasına gelmişti. Mevzilerin önünde ve içinde amansız bir mücadele yaşanmıştı. Esat paşa,  gece karanlığından yararlanarak kaleye doğru çekilmelerini emretmişti birliklerine......bundan sonra savunmaya müstahdem mevkii de devam edeceklerdi.
Bu sırada Grebena'ya bir alay kadar düşmanın saldırdığını öğrendiler. Grebena'da bırakılan 100'e yakın gönüllünün böylesine güçlü bir düşmana karşı savunması mümkün değildi. Yanya bölgesinde savaşın yeniden şiddetlenmesi ve birliklerin kale civarına çekilmesi üzerine Esat paşa, Uygur bey'e "Yanya'ya dön" emrini verdi.
Bu  iki haber ortalığa yayılınca köylüler arasında korku ve  telaş başladı. Çekilirlerse onları kim koruyacaktı? Canlarını kurtarmak için onlarda kendilerini Yanya'ya atmak zorundaydı.
Çınarlı köylüleri bir karar vermek üzere toplandılar. İki saat kadar tartıştılar ve sabaha karşı yola çıkmaya karar verdiler. Köyde bir koşuşturma bir telaş yaşanıyordu ki tarifi mümkün değil...... mezarlıkta yatan büyükleri ve sevdikleriyle vedalaşanlar, atını arabasını hazırlamaya çalışanlar, çeteler almasın diye toprağa gömdükleri altınlarını bulmaya çalışanlar, acele ile çocuklarının karnını doyurmaya çalışanlar......aynı telaş komşu köylerde de vardı. Müslüman köylerde göç hazırlığı başlamıştı. 
Sabah olur olmaz kağnılar, atlar, arabalar yollara dizildi. Birer tas çorba içip, ağıtlar ve gözyaşlarıyla yola çıktılar. Çocuklar, yaşlılar ve hastalar hariç herkes yürüyordu. İki saat sonra Meçova yol kavşağına geldiler. Yunan askeri yolu kesmişti. Önce bir korku sardı yüreklerini..... ne yapacaklarını bilemediler. Askerler köylüleri durdurdu, bir şeyler söylediler ve elleri ile dağ yolunu gösterdiler. Köylüler bilirdi o yolu.......yokuşları dik, kar bol olurdu. İtiraz ettiler. Kar dediler, yokuş dediler, arabalar yüklü dediler, çoluk-çocuk, yaşlı-hasta dediler olmadı, dinletemediler.....düşman askerlerinin umurunda değildi hiçbiri.....köylüler biraz daha ısrar edince silahlarıyla havaya ateş açtılar, sonra silahları köylülere çevirdiler. Köylüler bir dağlara, bir de tüfeklere baktılar...atlarının öküzlerinin yönünü dağlara doğru çevirdiler.
Köylülerin yola düştükleri düşman askerleri tarafından dağ yoluna sürüldükleri haberi Uygur bey'e, bir gün sonra ancak ulaştı. Uygur bey endişe ile gökyüzünün simsiyah bulutlarına ve dağlara baktı. Kar yüksek yerlerde daha şiddetli yağar, rüzgar daha sert eserdi. Köylüleri kim bilir neler bekliyordu o karlı dağlarda........"


Yukarıdaki anlatım Sayın Nevzat Kutlu'nun 138 gün süren Yanya direnişini anlattığı "Ah Vre Yanya" adlı kitabından.....




Tasfiye talepnamelerinde belirtilen Yanya'da ki meslek grupları şöyle;
Doktor,polis,yüzbaşı,reji memuru,kol ağası,arabacı,katip,müezzin,müderris,zeytinci,hakim muavini, eczacı,baklavacı,yün boyacısı

Yerleştirildikleri yerler ise;
Kütahya,Kars,Trabzon,Samsun
İstanbul,Pendik,Üsküdar,Beyoğlu,Aksaray,Vefa
İzmir,Karşıyaka
Manisa, Karamanlı,Tevfikiye
Bursa,Gemlik
Ankara,Hacı Bayram İmaret mahallesi
Zonguldak
Balıkesir,Ayvalık





Tasfiye talepnamelerine göre Mübadillerin Yanya'da yaşadıklarını yerlerin adları ise aşağıdaki listede belirtilmiştir.

                                                                                Sevgilerimle



YANYA KÖY ADLARI
MAHALLELERİ
Kalbaki
Espatar
Zevaidiye
Arslanpaşa
Koska
Razoşov
Kanlıçeşme
Behrampaşa
Çerkovişte
Gazdibek
Dede Oruç
Loca Yusuf ağa
Fethiye
Çukurköy
Şemsettin
Namazgâh
Asbat
Dirsela
Loça
Kaleiçi
Banyar
Emirlen
Yusuf ağa
Emirler
Dırağaz
Boroş
Sultan Süleyman
Aydonat
Meraz
Karapınar
Celal paşa
Petre
ÇİFTLİKLER
Osman çavuş
Loca Osman çavuş
Çodila Çiftliği
İbrahim paşa
Mehmet ağa
Militonoş Çiftliği
Celal Ali paşa
Menzil


Ali paşa
Celali paşa


Sultan Beyazıt
Çarşı


Kale
Dede Ruhi mah.


Bucu Yusuf mah.
Kaleiçi Halil paşa mah.


Turabiye mah.
Saray


Kanlarço mah.

SAKIZ ADASI SAKİNLERİ

$
0
0
TASFİYE TALEPNAMELERİ

Selam
Sakız adasından gelenlerin tasfiye talepnamelerini uzun zamandır paylaşmıyordum, fotoğraflarına bakmayı özlemişim.
 Sakız adasında düzenlenen tasfiye talepnamelerinin bir kısmının özelliği,  belgelerin fotoğraflı  olmasıdır. Bu durum tasfiye talepnamelerini incelediğim başka hiçbir bölgede karşıma çıkmadı. O zamanların giyim anlayışını  belirtmesi açısından çok önemli.....bir kere insanlar çok bakımlı ve  şık..... erkeklerde kasket de , fes de, fötr şapka da var. Kadınlarda aynı..... kapalı olan çarşaflı kadınlarda var, modern şapkalı kadınlarda.....


1928 tarihli  belge Sakız livasından gelip, İzmir ili Foça ilçesine yerleştirilen Ekrem çocukları Mehmet ve Zerrin'e ait.....

Sevgilerimle......





KAYALAR'A BAĞLI KÖYLER ve SİVASLI KUZMAN USTA

$
0
0

Sivas'da eski bir konak
Kuzman usta Sivas Şaryeri doğumlu  yaşamış bir karakterdir. Efsane gibi anlatılan bir taş ustasıdır. Sivas'ın Suşehri ilçesindeki tarihi hamamı onun yaptığı söylenir. Zarif bir yapıdır. Kuzman ustanın torunu 2008 yazında dedesinin köyü olan Şaryeri' ni ziyaret etmiş ve dedesinin yaptığı hamamın fotoğraflarını çekmiştir. Zamanında tamamı Rum olan Şaryeri köyü, Rumların Ebeşinde dağları dediği Kösedağ'ın eteklerindedir. Bir zamanlar yakınında simli kurşun madeninin de olduğu ilginç bir köydür.

                                                                              UÇANA


DEBRE
Kuzman ustanın anası Ersaia ana köyün uluanasıydı, bilge kadınıydı.Herkes ondan çekinirdi. Sözüne güvenilir, saygıda kimse ona kusur etmezdi.
Doğanın gizini bilirdi Ersaia Ana...çiçeklerin dilinden en iyi o anlardı. Ebeşinde dağlarının kendilerine armağan ettiği otları, türlü çiçekleri hastaları iyileştirmede kullanılırdı.Civardaki Ermeni köyleriyle, Müslümanlar ona gelir şifa arardı.
............


Ersaia ana Ebeşinde'nin eteklerindeki Evliyaoğlu yaylasına her çıktığında çeşit çeşit şifalı otlar toplardı. Nadir bulunan Tutya çiçeği Evliyaoğlu yaylasının yanındaki "gemalmaz" denen otlaklarda çok olurdu.Her derde deva idi tutya çiçeği.....Ersaia Ana tutya çiçeğini karabaşla, limon otuyla ve dahasını söylemediği  birçok bitkiyle bazı otlarla karıştırır, ölüyü diriltecek iksirler yapardı.
............ tutya çiçeğini daha tazeyken koparıp, gözlerinin üstüne sürer, öylece bir müddet gözleri kapalı kalır, gelmişi geçmişi düşünürdü.

AŞAĞI YUKARI KAYLAR MERKEZ YANI


Kuzman Ersaia ananın biricik evladıydı. Dünya ahiret İlya'sını biricik emanetiydi. Ersaia ana İlya'sını kaybettikten sonra bir daha evlenmemişti. Akçalıyandon köyüneki sahipsiz mezarı sıkça düşünür, evinin içinde tütsüler yakar, uzun uzun ağlardı İlya için......
......tanışmalarını düşünürdü bazı bazı daha ilk gördüğünde tutya demeti vermişti ona İlya....kıpkırmızı olmuştu ama utana sıkıla o taç yapraklı, hoş kokulu çiçekleri almıştı İlya'nın elinden...geldikleri Akçalıyandon köyünde tutya çiçeği çok olurdu. Oradaki Akçadağ'ın daha da ulusuydu Ebeşinde .....ahh bir kerecik bir tutya çiçeği verecek kadar karşısına geçseydi ya İlya'sı belki sımsıkı sarılır, bırakmazdı onu gitsin başka diyarlara.......
Gümüşhane'de köylerinin yakınındaki maden ocağında çalışan İlya'yı çok kötü bir kaza sonucu yitirmişti Ersaia.......kazadan sonra aynı kazada eşlerini kaybeden aileler ile birlikte oturdukları Akçalıyandon'dan kalkıp bu köye gelmişlerdi. Güya madenden, o lanet olası madenden kaçmışlardı hep birlikte ama Şaryeri'nin biraz ilerisinde de bir simli kurşun madeni vardı. Kuzman'ı o madene göndermeyeceğine kendi kendine söz verdi. Ne iş yaparsa yapsındı oğlu, ama kocasından sonra tutuğu tek dalı madene gömmemeye kararlıydı.

SULPOVA

Ersaia ana Şaryeri'ne geldikten sonra uzun yıllar evini kendi çekti çevirdi. Adına "düzen" dedikleri ağaçtan yapılma küçük bir dokuma tezgahı edindi. O düzende yıllarca çok güzel çoraplar,peşkirler dokudu. Heybeler yaptı. Evliyaoğlu yaylasındaki bitki köklerinden çıkardığı boyalarla renklendirdi. Çaput kilimler yaptı,yerlere yaygı olsun diye...el emeği göz nuru yaptığı bütün işler kasabada, Endires pazarında oğlu Kuzman tarafından satıldı.....
Kuzman bir taraftan anasının ürettiklerini sattı, bir yandan da Çakır usta adlı bir Ermeni ustanın yanında duvarcı çıraklığına başladı. Kendisini işe öyle verdi ki Kuzman, tez zamanda kalfalığa geçti. Çakır usta titiz adamdı, öyle yapılan her işi beğenmezdi. Ama bu yetim Kuzman öyle gayretli bir çocuktu ki, adeta kendini kaybediyordu çalışırken....Çakır usta'ya göre işini gönül rahatlığı ile miras bırakacağı kişi artık Kuzman'dı.
Çakır ustayla,Kuzman birlikte çok yapılar kurdular. Endires hamamını birlikte yaptılar. Yaptıkları işler her yerde duyuldu, övüldü.İş yetiştiremez oldular.
...............


ÇALCILAR

Avlulu ve genellikle iki katlı evler çatıyorlardı.Muhakkak sofalı olurdu yaptıkları evler.....sokağa penceresi olmazdı evlerin...ama avluya bakan pencereleri sıkça koyarlardı.Evlerin sırtını kuzeye sağır yaparlardı, avlu ne kadar güneş alırsa o kadar iyiydi.Onların yaptığı ev düzeninde evin içinden ahşap bir merdivenle yukarı çıkılırdı.Evin alt katını depo,mutfak gibi kullanılacak tarzda yaparlardı. Odaların genişliğini sofanın durumuna göre ayarlanırdı.Genellikle sofanın yan tarafında ikişer oda yer alırdı ve binanın arka tarafına yapışmış olurdu bu odalar....tuvaleti merdiven altına koyarlardı, bahçeye yakın olsun diye....
....





HASANKÖY


KATRANSA


Kuzman'ın hayatı  köy ve kasaba arasında anasının istediği gibi maden ocağının olabildiğince uzağında geçti. Ana-oğulun canını sıkan tek şey uzaktan uzağa gürültüsünü duydukları savaştı. Barut kokuları her ne kadar Endires'e ulaşmamışsa da insanların tedirginlikleri günden güne artıyordu. Yollarda göçünü almış giden kalabalıklar görüyordu.
Tebaası oldukları Osmanlı, doğu cephesinde yenilmiş, ordu merkezi Endires yakınlarına taşınmıştı. Kuzman artık çok daha fazla asker görüyor, ovadaki Ermeni köylerinin etrafında daha sıkı tertibat alındığını görüyordu. Müşeknis ve Pürk köylerindeki bazı Ermenilerin huzursuzluk çıkardığını hatta Karahisar-ı Şarki'de ki isyana yardıma gittiklerini söylüyorlardı. Doğru muydu? Yalan mıydı? düşünüyordu, ama gerçek olan birşey vardı artık insanlar birbirlerine güvenmez olmuşlardı.
........ birgün kalkıp baktılar ki Çakır ustalar gitmiş.Ermeniler gidecek demişlerdi, epeydir duyuyorlardı bu sözleri.....bir sabah baktılar ki kimse yok.....
Savaşın iyiyi kötüyü suçluyu suçsuzu ayırmadığını herkesin gittiğini gördü Kuzman o gidişte..yapılar bozuldu birden, ahşap merdivenler çöktü, yüzünü güneşe dönük yaptıkları sofalar karardı. Taştan havuzların suyu çekildi. Güneşler odaların içini, avlular yüzünü aydınlatmaz oldu.
Diğer bir sabahta Kuzman usta, Ersaia Ana ve Şaryerliler denklerini yüklediler.Ersania Ana bu topraklarda bıraktığı İlya'sını düşündü, kadınlar mezarlarını düşündüler. Güzdü, savaş bitmişti ama gideceklerdi. Ferman böyle söylüyordu. Ersaia Ana bir Ebeşinde'ye, bir önünde bağrışan kadınlara bakıyordu. Onca yılın Uluanası ne diyeceğini bilemez olmuştu gayrı.....
Birden elini havaya kaldırıp "Kadınlar!" diye sertçe ünledi."Dinleyin beni hele...yapacak birşey yok, bağrışıp çocukları azdırmayın. Kendi kendimize bir ferman yazabilseydik, başka türlü yazacaktık ama yazımızı yazanlar,çizenler bize git dediler. Gideceğiz....bize soran olmadı.Ama size deyeceğim o ki; Ebeşinde'yi unutmayın. Gemin deresinde çimdiğimizi, çamaşır yuduğumuzu, dereye çocukladığımızı unutmayın"
Kuzman şose yoldan köyün altındaki ana yola inelerken yaptığı yapılara baktı.Binalar sanki ağaçlar gibi devrilip devrilip kalkıyordu. Anasına dayandı.Başı iyice ağırlaşmıştı. Biraz uzaktaki Tülüdere'den tuhaf sesler geliyordu.İyice kararmış bir sonbahar bulutu köyü iyice ıslattı. Durdular, bürümcüklerin ardındaki köyü seyrettiler, maden ocağına baktılar. Ana yolun kıyısından Gemin deresinin çağıltıları içinde Sarıca'ya doğru kaybolup gittiler........yağmur dindi.......

Yukarıda yazdığım hikaye İhsan Tevfik Kırca'ya ait..Lozan Mübadilleri Vakfının düzenlediği "Mübadelenin 85.yılı Öykü Yarışmasından"
Ayrıca Kayalar köylerine ait fotoğraflar için Sevgili Nikos'a çok teşekkürler.....
Ayrıca Kayalar'a bağlı Çor köyü fotoğraflarını görmek isterseniz aşağıda linkini verdiğim yayınıma bakabilirsiniz. 


Link burada ----ÇOR KÖYÜ

                                                                        Sevgilerimle




KAYALAR'A BAĞLI KÖYLER
Yukarı Kayalar köyü
Katranca
Otuzlar
Koçana
Kolarca
Hacılar Çiftliği köyü
Cuma köy
Cami
Komana
Trepeşte
Linga
Kayalar köyü
İneoba
Salpova
Garamık
Çalcılar
Haydarlı
Albanköy
Kanof
Arine
Cumalı
Gramatik
Celelli
Solope
Evcane
Lenife
Konuk
Köseler
Kırımça
Bayraklı
Ögelemez
Voyvodina
Yapraklı
Moralar
İğneli
Karapınar
Şeyh
Langa
Kırımşah
Karmişe
Erdoğmuş
Ayranlı
Palihor
Durgutlar
Hacılar
Debre
Çor
Keçeler
Kozlu
Pazarköy
Üsküpler ?
Anburye
Nalbant
Çukuranbar ?
Hasanköy
Karaağaç
Hayderaki
Arnebe
Sarayçeşme
Rodnik
Hasanoba
Karamık
Küçükmatlı ?
İspançe
Gavriçko
Nolyan-ı Zir
Frankoca
Balhor
Matla
İğne
Hamit
Sararlar
MAHALLELER

Emirhan
Çakır
Kepçe
Şeyh
Urfa
Orta
Saray
Aşağı
Bala
Hüdaverdi
Pazar
Camlı
Yukarı
Yala

SELANİK İSAKLI'DAN - NEVŞEHİR SUVERMEZ KÖYÜNE.....

$
0
0


Suvermez köyünde iki minare ......

Bir gün bana; hatırlamıyorum ki babamı hiç dedi ......sever miydi beni acaba? Ne diye hitap ederdi? Kızım yavrum diye seslenir miydi? Kucağına alıp sevdi mi?

hayali bile yok aklımda, getirmeye çalışırım yüzünü bazen aklıma, yok olmaz, ne gördüm ki ne hatırlayayım!

 O fotoğrafı var ya; duvarda asılı olan... babamın yüzü odur işte! gülüşü, hüznü... mimikleri yoktur babamın...
 Tek bir bakışı vardır hafızamda, utangaç bir gülüşle verilen bir poz....fişekli ceket sırtında başında kalpak....işte bu kadar duvardaki bir fotoğraf benim babam........
Ama diye ekledi sonra uzaklara dalarak;
-Yunanistan'a gittiğimizde yıkıntılar arasındaki köyden çıkıp otobüse bindiğimizde, babasının elinden tutup otobüse doğru koşan,  kısa pantolonlu, başında küçücük fesi olan bir çocuk gördüm. Dedi.
-Babası iri yarıydı, dimdikti. İzzet dedemdi işte o..ilk defa o gün gördüm onu...... elinden tuttuğu, yamalı kısa pantolonlu küçük çocuk ise, babam Haydar'dı dedi bana.
-bakın işte oradalar! diye seslendi bize..
 Islak gözlerle baktık, ne  gördük, ne de  hayal edebildik...ama annemin gördüğünü hiç birimiz görmedik. 5-6  yıl geçti hâlâ anlatır. 
-orada gördüm ben onları, otobüsün yanına  geldiler, bize el salladılar, yolcu ettiler diye.......

O sene Yunanistan'a gittiğimizde yani annem tam 75 yaşında gördü babasının doğduğu evi....hepimizin duyguları çok karışıktı.....inanamıyorduk yaşadıklarımıza.... yüreğimizin yarısı orada kaldı ve memleketten-vatana döndük.

O zaman bilmiyorduk ama yeni başlamıştık aslında.... Selanik İsaklı/Ağsaklı'da başlayan hikâye, Nevşehir Suvermez köyünde devam edecekti.




Bizde  bu bayramda kök saldığımız topraklara kalktık gittik.




İki taraflı ağaçlı bir yolun ardından köye girdik. Asfalt yolun biitiği yerden, taş döşeli cadde bizi karşıladı.Biraz ilerledikten sonra köy meydanına vardık. Kahvenin önünde durduk, meraklı gözlerle bize bakan köylülere muhtarı sorduk. Muhtar bugün yok ama dedi bir bey ben size yardımcı olayım adım Mimar Kara..

Kısa bir tanışma faslından sonra 
-Dedem, Selanik'ten gelip, bu köye iskan edilmiş. O yüzden muhtar kayıt defterlerini görmek istiyorum mümkün mü dedim? --hay hay dediler gelin muhtarlığa geçelim size o defterleri gösterelim. 
Hep beraber muhtarlığa geçtik, muhtarlık eski belediye binası.....hani bir kanun çıkartıp tüm belediyeleri merkez belediyeye bağlayıp, köyleri de mahalle haline getirdiler ya, işte o kanunla belediye kapatılıp muhtarlığa dönüştürülmüş.

Oturduk çaylar geldi, sohbete başladık. O sırada Mimar bey defterleri verdi, Gürkan soyadını aramaya başladık. Defterlerdeki sıralama alfabetik olmadığından defterlere sayfa sayfa bakmak gerekiyordu. Hepimiz birer defter aldık, başladık aramaya....biraz sonra Mustafa buldum dedi "Gürkanlar" burada......

NEVŞEHİR





Telaşla geldim defterin başına baktım bizimkilerin adlarını görünce gözyaşlarıma hâkim olamadım tabii, aktı gitti yanaklarımdan.....
(Ben yaş aldıkça bana bir haller oluyor, bir duygusallık, sürekli bir ağlama durumları....burada da beni buldu, televizyonda haber seyredemiyorum.Gözümün yaşı dinmez oldu vallahi.....)

Hem deftere baktım, hem ağladım, hem anlattım....bütün duygular ortada......ardından sağolsun Mimar bey, köy okulunun yetkilisini çağırdı, okulu açtırdı. Defterden fotokopi çekmek  üzere okula doğru yola çıktık.




Okul biraz ilerdeydi. Bahçesinde eski okul ile yeni okul karşı karşıyaydı. 4 derslikli   taş okulda ana sınıfları için sınıflar oluşturulmuştu.Zeka sınıfı, teknoloji sınıfı vardı. Sınıflar rengarenkti. Öğretmenlerini tebrik ediyorum buradan....sınıfların herşeyi düşünülmüştü. Çoğu büyükşehirde olmayan bu ana sınıflarını Suvermez köyünde görünce inanın şaşırdım. Zeka sınıfındaki masayı da öğretmenleri  yapmış. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bu ülkenin tuttuğunu koparan idealist öğretmenlere ihtiyacı var.



Taş mektebin arka kapısı......


Taş mektebin girişi.....


Fotokopi işimiz bitince köyün sokaklarını gezmeye başladık. Buram buram tarih kokuyordu sokakları...eski düz çatılı süslü Rum evleri mübadelede gelen Türklere verilmişti.




Evlerin bazıları çok iyi korunmuş ama bazıları da yıkık döküktü. Aynı yukarıdaki kemerli ev gibi.....













Suvermez sokakları arka mahalle, kiliseye doğru giderken 






köşk tipi eski minare


Eski minarenin  kapısının üzerindeki süslerin her birinin ayrı anlamı var. Ayrıca birlikte kullanılmasının da anlamları varmış. Yukarıda kapı üzerindeki semboller  dini mimarilerde kullanılan sembollermiş. Deniz Gümüş-Gamze Uray-Kudret Safa Gümüş tarafından hazırlanan ve 
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisinde yer alan sosyo-ekonomik kalkınmada sanat eserleri: Aksaray ili Güzelyurt (Gelveri) ilçesinde mimari yapılarda görülen bitkisel figürlü taş bezemeler ve anlamları adlı makalede; 





 Çarkıfelek- Papatya Tekeri 
Kapının üzerinde sağ ve sol en baş çarkıfelek, sağdan üçüncü sembol papatya tekeri, 
ile ortadaki kırmızı güneş haçı sembolü sol taraf üçüncü sembol ise gelveri gelini sembolü


Gamze Uray'ın hazırladığı  "Mimari Yapılarda Görülen Taş Kabartma Süslemelerin Din ve
Sanat İlişkisi Açısından Değerlendirilmesi" (Aksaray İli
Güzelyurt Örneği) makalesinde 

"Güzelyurt’ta çarkıfelek ya da çiçek motifi olarak bilinen daha çok sivil ve dini mimari yapılarda karşımıza çıkan figür, Hıristiyan inancında sıklıkla kullanılan “Papatya Tekeri” figürüdür. “Papatya Tekeri” Hristiyan inancında, cadı işareti, altıgen pusula, apotropik (kötülüğe karşı koruyucu) bir sembol olduğu bilinmektedir (Uray ve Gümüş, 2017, s. 216-220). Güneşi temsil etmesinden dolayı bazı tarihçiler ve din adamları arasında kötülüğe karşı koruyucu ve engelleyici olduğu da düşünülmektedir. Genellikle savunmasız olduğu düşünülen kapı girişlerinde görülen bu sembol, kötülüğe karşı bir savunma olarak görülmektedir" (Emerson, 2014, s. 161).




 Gelveri Gelini -Tanrıça Tanit 

Tanrıça Tanit, Batı Akdeniz’den Malta’ya hatta Helenistik dönemlere kadar ibadet edilen bir tanrıçadır (Smith ve Gal, 2014, s. 338). Güneş, ay ve yıldıza hâkim olduğu düşünülen ve “Gökyüzü Tanrıçası” olarak isimlendirilen Tanit tasvirinin doğurganlığı temsil ettiği söylenmektedir (Cintas, 1948, s. 234
Vücut üçgen şeklinde olup pile görünümü verilmiş bir elbiseyi andırmaktadır. Kollar iki yana doğru uzanan, içe doğru kıvrılmış spiral şekilde tasvir edilmiştir (Uray ve Gümüş, 2017, s. 525)
Güzelyurt’ta yaşayan Alman araştırmacı-yazar Udo Hirsc ile yapılan görüşmede, bu figürün koruyucu bir tanrıça figürü olduğunu, doğum yapan kadınların bebeklerini kötülüklerden korumak için evlerinin giriş kapısına ya da pencere üstlerine bu figürü yaptırdıklarını belirtmiştir. Ayrıca hasta doğan bebeklerin ya da hastalanan çocukların şifa bulmasını isteyen ailelerin tanrıça figürünün şifa veren ve koruyucu bir gücü olduğuna inandıklarını söylemiştir (Udo Hirsc ile 02.01.2017 tarihinde yapılan görüşmeden, Güzelyurt)

Aşağıdaki piliseli pencere süsleri yukarıdaki tanıma uyduğu için sanırım "gelveri gelini" sembolleri


SU VERMEZ



Genellikle savunmasız olduğu düşünülen kapı girişlerinde görülen bu sembol, kötülüğe karşı bir savunma olarak görülmektedir (Pritchard, 1967:64-67).   















Suvermez köyünü görmekle köklerime yolculuk yaptım.İlk defa gördüğüm yerler olmasına rağmen hiç yabancılık çekmedim. Bilim son zamanlarda bu hasret, özlemin göçü yaşamayan nesillerde neden bu  kadar yoğun yaşandığını araştırıyormuş. Bence genlerle aktarılan bir durum....Çünkü neden bu kadar içselleştirdiğimi  bazen ben bile anlayamıyorum.
Sevgilerimle


KİMDİR BU KARAMANLILAR......

$
0
0

Selam 
Aşağıdaki yazıda Sevgili hocam Leyla Kaplan'ın kaleminden Karamanlıların yani kendilerini Ortodoks Türkler olarak tanımlayan Anadolu Rumlarını okuyacaksınız.  Nereden geldiklerini, nerede yaşadıklarını, kim oldukları taa Milattan önce 4200'lü yıllardan başlayarak hemde...........

                          

                             
     Anadolu’ya Oğuz Türklerinden önce geldikleri kabul edilen Türklerin, Anadolu’daki varlığı Millattan önceki zaman dilimlerine dayandırılmaktadır. Asurlara ait olduğu iddia edilen taş tabletlerde, nehirin kuzeyinde dağlık bölgede yaşayan Turuk-Turukkuların saldırılarından bahsedilmektedir. Akkad İmparatoru Naram Sin, 17 Anadolu kralının oluşturduğu koalisyona karşı savaşmış ve onları mağlup etmişti. Bu krallardan biri de TÜRKİ kralı İLŞU-NAİL’di. Sargon’un torunu Naram-Sin’e ait Şartamhari metinlerinde geçen bu bilgi M.Ö. 4200 yıllarında Anadolu’da yaşayan Türk kavminin olduğunu ve bunların bir devlet kurduklarını göstermektedir. (1)
     V ve VI. yüzyıllarından itibaren Anadolu’da Hırıstiyan Türklerin bulunduğundan dönemin kaynaklarında yeteri kadar bahsedilmemekle birlikte, Doğu Roma(Bizans) orduları içerisinde yer alan Türk kabilelerinin daha çok Avrupa Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra dağılan Türklerden oluştuğu bilinmektedir. Bizans İmparatoru Theophile (829-842) zamanında Bizans’a gelip hıristiyanlaştırılan Vardar Türklerinin 19.y.y. kadar kendi dillerinde yazılmış kutsal kitapları olduğu yazılmaktadır. Marko Polo’ nun Asya seyahatini anlatan eserinde, Anadolu’dan Minor Turcica, Orta Asya’da Major Turcica?? olarak bahsetmesi dikkat çekicidir. 


"Şimdi Müslümanların elinde bulunan Kutsal Topraklarda ,kuzeyinde Türkmenlerin oturduğu Karaman ülkesi vardır” (2)








      Evliya Çelebi’de Türkçe konuşan Hıristiyanlardan;

 “Urum keferesi bir mahalledir.Cümle yüz hanedir.Amma asla Urum lisanı bilmeyip,batıl lisani bilirler”şeklinde bahseder.
     Periskop, Theofanis, Menendros gibi bazı Bizans tarihçileri, Karadeniz’in kuzey sahillerinde Hun, Saragur, Ugor, Onugor, Bulgar, Peçenek, Kuman, Hazar Türk kavimlerinin varlığından bahseder.
 Zeki Velîdi Toğan ”Karamanlıların (Akmanlar) Hoca Ahmet Yesevi tarafından lanetlendiğinden bahsederek, Ahmed Yesevi’nin öldürülen oğlu İbrahim için bunu Karamanlıların yaptığından şüphelendiğini, oğlundan sonra halk arasında anlatılan efsanevi özelliklerdeki ineğinin öldürülmesinde Karamanlıları suçladığı ve bu yüzden bunlara Tanrı’nın yurt ve devlet vermemesi için intizarda bulunduğunu yazmaktadır.(3 )

  Doğu Roma İmparatoru I.Konstantin’in annesi Hıristiyanlığı kabul etmiş, Kudüs’e Haç seyahati dönüşünde de adamlarına "Kutsal Haçı"arattırdığını, aramaların sonunda kutsal haçın üç küçük parçasını bulduğunu söylemiş. Bu üç parçadan birini Küdüs’te bıraktığını, yanında getirdiği iki parçanın birisini Roma’ya gönderdiğini, diğerini Konstatinopolis’e getirdiğini iddia ederek oğlunu Hıristiyan olmaya ikna etmeye çalışmıştır. Konstantin'in Hıristiyanlığı kabulü bundan daha sonra Bulgarlarla yaptığı savaş sırasında gördüğü bir rüyaya bağlanır. Savaşı kazandıktan sonra İznik’te düzenlenen bir törenle Hıristiyan olmuştur. Kendisi Hıristiyan olmadan önce Hıristiyanların serbestçe ibadetlerini yerine getirmelerine ilişkin kararını uygulamaya koymuşsa da, Hıristiyanlığın devlet dini olarak resmiyet kazanması I.Theddosius (379-391) döneminde gerçekleşmiştir. Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabulünden sonra diğer dinler yasaklanmış, öncelikle pagan inançlara sahip çok tanrılı  toplulukların zorla Hıristiyanlaştırma dönemi başlamıştır. Heraklius döneminde de (610-614) Doğu Roma İmparatorluk dili Latince yerine Yunanca resmi dil olarak kabul edilmiş, İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan halklar arasında Yunanca yaygınlaşmıştır.


     Ortodoksların Ayasofya’da düzenlediği ayin sırasında Papa’nın  görevlendirdiği üç papaz tarafından Kilise kürsüsüne aforozlu boğa başı ve aforoz kağıdının asılmasıyla  Ortodoks Roma aforoz edildi.(1054) Katolik Roma’nın Ortodoksluğu aforoz etmesi, kiliselerin ayrışmasında etkili olmuştur. Türklerin Ortodoks hamisi olarak görülmesinde ve Ortodoks kiliselerini Katolikler karşısında destekleyici rolü benimsemesinde etkili olmuştur.


      Millattan sonra V.yüzyılda, Bizans ordusuna katılan Peçenek, Uz, Kuman Türklerinin hıristıyanlığı kabul etmeleri şartıyla Anadolu’ya yerleştirilmiş ve Bizans tarafından idari, askeri, diplomatik ve dini alanlarda görevlendirilenler olmuştur. Ayrıca Aynaroz (Athos)’daki manastırlardan biri Kutulmuş Manastırı ismini taşımaktadır. Balkanlar, Beserebya, Odesse çevresinde Türkçe konuşan Ortodoks Hıristıyan topluluklara rastlanılmaktadır. Yunanistan’ın Veria bölgesinde Meliki ve Koman isimleri taşıyan yerleşim birimleri de bulunmaktadır.(4)  Komnenus Hanedanının başkomutanı  Ionnes Aksukos Türk asıllıdır.I.Haçlı seferinin ardından I.Aleksios döneminde 2000 kadar Türk’ün Adalara yerleştiği,1124 yılında yapılan savaşta birçok Türk  esir alınarak İmparatorluk topraklarına yerleştirilerek Hıristiyanlaştırıldığı da yazılmaktadır.

          Eckmann’a göre 1553-1555 yılları arasında İstanbul ve Anadolu’ya seyahat eden Hans Dernshwam’ın seyahatnamesinde Caramanos (Accusativus) şeklinde Karamanlılar anlatılmaktadır. Yedikule yakınlarına yerleşmiş olan bu topluluk, Karamandan gelmiş Ortodoks Hıristiyanlardır. Yunanca bilmeyen Karamanlılar Türkçe konuşmaktadırlar. Kitapta  "Kiliselerinde ayinlerini Yunan dillerinde yapmayıp Türkçe konuşurlar" denilmektedir. (5)  


Konya Sille'de bulunan Aya Elenia Kilisesi Karamanlıca yazılmış kitabesi




         1551’de Fransız gezgin Nicolas Do Nicolay "Muhteşem Süleyman'ın İmparatorluğu’nda" adıyla yazdığı Anadolu Seyahatnamesinde, kitabının son kısmında Karamanlılardan bahsetmektedirKaramanlılar hakkındaki bilgiler arasında Tuğrul Bey zamanında Anadolu’ya gelen Türk topluluklarıyla geldikleri, Rum Türkmenlerin, Karaman ve Eşrefoğullarının 20.000 çadırdan oluşan kalabalık bir kitle halinde Anadolu'ya yerleştiği bilgisi verilmektedir.(6)



       Karamanos denilen ve Karaman’dan geldiği belirtilen  topluluğa Evangelinos Misaelidis, bu ismin, ilk defa Sultan I. Murat  tarafından kullanıldığını "Karamanlı ustalar getirin” sözlerinden sonra Karamanlı ifadesinin yaygınlaştığını yazmaktadır. Doğu Roma(Bizans) kaynaklarında Karamanie denilen topluluktan bahsedildiği, Edouard de Muralt’ın; Essai de Chronographie Byzantine pour Servir a’l Examen des Annales du Byzantine Empire et partıculierment Des Chronographes Slavons” isimli eserinde rastlanmaktadır. Doğu Roma İmparatorluğunu Bizans olarak adlandıran bu iddia Türklerin İstanbul’u fethinden 98 yıl sonra  ortaya atılmış ve Molier’in tiyatro eserlerinden  sonra yaygınlaşmıştır.






19.yüzyıldan kalma el yazması Kuran-ı Kerim 
  Karamanlıca  yazılmış "Kitab-ı Mukaddes"İncil  ile birlikte Konya-Sille Müzesinde

           1124 tarihli savaşta birçok Türk'ün esir alınarak Hıristiyanlaştırıldığı, I. Haçlı seferinin ardından I. Akksios döneminde 2000 kadar Türk’ün Adalara yerleştiği de bazı kaynaklarca yazılmaktadır. İstanbul’un Latin hakimiyeti altında olduğu dönemde Edirne’ye 1205 tarihinde saldıran Ulahya (Eflak) ve Karamanie krallarından bahsedilmektedir. 1034 tarihinde Alaşehir (Philedelpia)’ya kuşatmasında Türklerin takviye kuvvetlerini engellemekle Bizans tarafından görevlendirilen Alişir isimli kişinin komutasındaki Karamanie kuvvetlerinden bahsedilmektedir.



       Büyük Yunan Ansiklopedisinde yer alan  Turkopol maddesinde; Bizans askeriyesine mensup olan, sonradan Hıristiyanlaştırılmış, paralı Türk askerine verilen isimdir derken,  Alexis Savvades Turkopollerin, Türk kökenli, Müslümanken Hıristiyanlaşan, Bizans askeri birliklerinde paralı askerlik yapan ve Grek kadınlarla evlenenlerin çocuklarından oluşan askeri birlikler olduğunu iddia etmektedir. Türkçe konuşan “Turkofon” Ortodokslar hakkında 1437 yılında toplanan Batı Kilise tarihine ait Basle konsili’ne sunulan ve Latince olarak hazırlanan raporda; "Türk kafirlerin kıyafetlerini giyen din adamlarının, piskoposların ve baş piskoposların Anadolu’da değişik yerlerde dolaştıklarına, Türkçe konuştuklarına ve ibadet ve vaazın Türkçe verildiğine dikkat çekilmektedir” Kiliselerin bazılarında ibadetlerde Yunancanın yanında vaazların Türkçe verildiğinden bahsedilmektedir (7)

      Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçukluları zamanında Türklerin büyük çoğunluğu Müslümanlığı kabul ederek, gelenlerle kaynaşmış varlıklarını devam ettirmişlerdir. Anadolu Selçuklularının Moğol istilası sonunda yıkılması üzerine kurulan Beylikler arasında yapılan mücadelelerde, Osmanlı Beyliği sınırlarını diğer beylikler aleyhine genişletmiştir. Osmanlı Devleti’nin  Anadolu’da hakimiyet kurma  mücadelesinde, Karamanoğlu Beyliği, Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmış ve Karamanoğlu Beyliğinin toprakları 
“Vilayeti Karaman" olarak adlandırılarak vergi toplanmaya başlanmıştır.


Kapadokya halayı


    Yavuz Sultan Selim tarafından Deraliye'ye getirtilen Sineson'luların Karamanos (Karamanlı) olarak adlandırılan Hırıstiyan Türklerden oldukları, incelediğimiz nüfus tahrir defterlerinde "Togan (Doğan), Tufan,  İşbir (İşbara,Eşber) Beyaz, Torasan, Tavil, Azem, Ulaş, Serender, Karyağdı, Tatar, Tatoros, Nazlı, Aslan, Karagöz adlarının bulunmasından anlaşılmaktadır. 



     Kanuni döneminde yazılmış bir coğrafya kitabında Peru'dan bahsedilen bölümde "Kaideleri ve yaşayış tarzları her ne ise zikrolunan tementitden memleketi gibi amel ederler. Ve bundan evvel bu Vilayetün halkı hepsi putperest idiler. Lâkin haliya Hispanya tayfasından dil ve kâide öğrenmiş ve nice ki Anadolu'nun ve Karaman'ın halkı dahi Türk tayfasından aynı şekilde (hemçünan) dil ve kaide öğrendiler." denilmektedir. (8)






    Buna göre Osmanlı yazar tarafından bahsedilen toplulukların putperest olarak değerlendirilip dil ve yaşam tarzlarını Osmanlı İdaresinde geliştirdikleri iddia edilmektedir. İslâmiyeti benimseyen Türklerin bu din dışında kalan inançları değerlendirmesine bir örnek olan bu değerlendirme aynı zamanda Anadolu'da Karamanlılar arasında farklı inançların olduğunun izahıdır. Ayrıca Kanuni döneminde yazılan bu kitaptaki bu bölüm Marko Polo'nun "burada Karamanlı Türkmenler yaşar" sözleriyle çelişmekte ise de; Marko Polo'nun gezi notları tarih olarak daha eskidir.



          Yunan isyanları sırasında bu isyanları destekleyen Fener Rum Patrikhanesinin bu faliyetlerine göz yummayan II.Mahmut Ortodoks Karamanlı Türklerle yakın ilişkiler kurarak Karamanlı kiliselerinin tamir-inşasına izin vermiş ve yardım etmiştir. Yunanistan'ın bağımsızlığının kabul edilmesinden sonra kendisine tabi Ortodoks cemaatleri Yunanlaştırmaya çalışmıştır.(Konstantin’in Hıristiyanlığı serbest bırakmasından sonra Heraklius döneminde  Yunan harfleri  kullanılmıştır)








     Fener Rum Patrikhanesinin Etniki Eterya Cemiyeti faaliyetleriyle Yunanistan’ın bağımsızlığını ve Megalo İdeallerini destekleyen faaliyetlerinden, kiliselerde Yunanca ibadet ve ayinlerin yapılmasını istemesinden rahatsız olan Kumkapı ve Longa’da oturan Karamanlılar 1870 tarihinde başlarında piskoposları olduğu halde kiliselerde Yunanca tören ve vaaz verilmesini isteyen Fener Rum Patrikhanesi’nin bu kararına karşı direnmiştir. Patrikhane bu direniş karşısında Osmanlı Hükümetinden yardım istemek zorunda kalmıştır. Karamanlı Türk Ortodokslar, zaman zaman  Patrikhane’nin kararlarına itiraz ederek Osmanlı Hükümeti’ne müracaat ediyor ve kiliselerindeki dini törenlerin Türkçe yapılmasını ve bir Türk kilisesi kurmayı dile getiriyorlardı. Bu isteklerine olumlu cevap alamayan Karamanlıların II. Abdüllhamit’e de müraacat ederek Fener Rum Patrikliğinden kiliselerinin ayrılmasını istemişlerdir.



     Karamanlı Türk Ortodokslarıyla diğer Türk Ortodokslarını Fener Rum Patrikhanesi "Anadolu Rumları" olarak adlandırmış, Amerikalı misyonerler (Board misyonerleri) dini açıdan bağlı oldukları Ortodoks kilisesinin yazısı olan Yunan alfabesini kullandıkları halde Türkçe konuşan ve konuştukları Türk dilini Yunan harflerinden daha farklı bir şekilde”Karamanlıca” yazan Karamanlı Türk Ortodokslarını Fener Rum Patrikhanesinin adlandırdığı gibi Anadolu Rumları olarak adlandırıp Protestanlığı yaymak için Karamanlıca İncil hazırlayıp bastırmışlardır.(10)




       Karamanlı Türk Ortodokslarının Türk İstiklal Savaşı yıllarında Fener Rum Kilisesinin Yunan işgalini desteklemesinden duydukları rahatsızlığı dile getirerek Milli Mücadeleyi desteklemeleri ve Türk Ortodoks kilisesi kurmak istekleri bilinmektedir. Papa Eftim öncülüğünde birçok kilise cemaati tarafından desteklenen bu teşebbüs, yayınlanan Anadolu Sedası gazetesi ve gönderilen telgraflar dile getirilmiştir. 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan Mübadele antlaşması öncesi buna karşı çıkarak mübadeleyi kabul etmediklerini, Yunanistan'a gitmek istemediklerini sürekli olarak anlatmışlardır;
          "Anadolu’da Mecburi Mübadele’nin Türk Ortodokslara Şümulü Var mıdır?Biz Türk Ortodoksları, ırken Türk olduğumuz tarihen sabittir. Lisan ve âdât ve âdap ve muaşşerâtımız yine Türk’tür. Şu itibarla irkiyetleri Türk olmayan ve yalnız Türk tabiiyetinde bulunan diğer Rumlarla kabil-i kıyas değiliz. Bizim ekalliyetlerle hiçbir münasebetimiz yoktur. Doğrudan doğruya Türk İslâmların ekseriyeti dahilinde aynı ırka mensup ve yalnız din noktasından Ortodoksluk mezhebine saikiz.İşte bu menşe-i ırkıyemizi,aslımızı,lisanımızı tefsir ve ezhan ederek,ol suretde Türk İslam kardeşlerimizle birlikte Türk vatanının selamet ve saadetiigaye-i ulviyesinde aynı fikir ve hiss-i mütefekkir ile ve mütehassıs-ı yek vücut olarak yaşamaya karar verdik.Doğup büyüdüğümüz ana topraklarımızdan başka bize külliyen yabancı ve ahlak ve âdâtımıza,lisanımıza gayri muvafık muhitlerde,topraklarda yaşayamayız ve yaşamamızın da kabiliyet ve imkanı yoktur."demiştir. (11)


         Peki yıllar yıllar sonra ne oldu biliyormusunuz? Milli Mücadeleyi destekleyen, Türk olduğunu her yerde dile getiren, mübadele antlaşması sonucu Yunanistan'a gitmeyi şiddetle reddeden Papa Eftim'in bu tutumunun intikamı, torunu Sevgi Erenol'dan  alındı.



2007 yılında Türk-Ortodoks Patrikhanesinin adı Ergenekon davasına karıştırılmış ve Patrikhane var olduğu iddia edilen Ergenekon Terör Örgütünün karargahı olmakla itham edilmiş. Patrikhane Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol dava kapsamında tutuklanmış, müebbet hapis cezasına çarptırılmış, 17-25 Aralık sürecinin arkasından özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının ardından serbest bırakılmış.


Aşağıda yazdığım Sevgi Erenerol'ün Ergenekon hakimlerine söylemiş olduğu şu sözler ancak Türk Milliyetçisi, vatan, bayrak sevdalısı kişilerin cümleleri olabilir:

"Şayet Kurtuluş savaşı zaferle sonuçlanmamış olsaydı; sanık sandalyesinde Mustafa Kemal ve Papa Eftim yan yana olacaklardı. 91 yıl sonra bu operasyonla Türk ordusuna açılan savaşta Türk ordusunun Genel Kurmay Başkanı sanık sandalyesinde oturtulurken onun yanında Papa Eftim'in torunu Sevgi'nin oturtulması bir tesadüf müdür? Asla!
Türk ordusu nasıl ki; Mustafa Kemal'in deyimiyle Türk birliğinin çelikleşmiş iradesiyse, Türk Ortodoks Patrikhanesi de Mustafa Kemal düşüncesinin çelikleşmiş iradesidir. Tekrar ediyorum. Bugün bu salonda Genel Kurmay Başkanımızın yanında olmak benim için şereftir, onurdur, namustur!"


            Yukarıdaki yazı Ümit Doğan'ın Türk Papa adlı kitabından alıntıdır.



       Fener Rum Patrikhanesini ve işgalleri kınayan Türk Ortodoks Cemaatinin ruhani temsilcilerivle, murahhasları arasında Nevşehir Türk Ortodoks Cemaati Murahhası Güdürlüoğlu Anarkius ve Ürgüp Türk Ortodoks Cemaati Murahhası Hacı Eftimoğlu Efdad’da bulunmaktadır..

              Özetle:  Türklerin 1071 Malazgirt Savaşı öncesinde Anadolu’da yaptıkları Malazgirt savaşı  sırasında, Bizans ordusunda görev yapan Türk askerlerinin savaştıkları ordunun Türk ordusu olduğunu anladıkları anda saf değiştirerek Sultan Alparslan tarafında savaşa katılmaları, Türk bilincine sahip olduklarının göstergesidir. Malazgirt savaşı sonrasında Anadolu’da hakimiyetlerini her geçen gün arttırarak  devlet kuran Türkler,  Bizans ordusunda görev yapan Türk boyları ve yine Bizans hakimiyeti altında yaşayan Hırıstiyan Türklerin sağladığı destekle daha da kuvvetlenmiştir. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı hâkimiyetleri altında yaşamaya başlayan Türklerin bir kısmı Müslümanlığı kabul etmişse de, Hıristiyan Türklerin bir kısmı da varlıklarını Hıristiyan Ortodoks olarak devam ettirmiştir.

        Moğol istilası(Hülagü ve Timur) sırasında ve sonrasında Hıristiyan, Manihesit ve Budist bazı Türk , Tatar ve Moğol topluluklarının Anadolu’ya yerleştirilmesinin yanısıra eski Göktanrı inancına sahip Türk boylarının da Anadolu’ya gelerek yerleştiği bilinmektedir. Bunların bir kısmı zamanla Müslüman olurken, bir kısmı eski dinlerine bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. İç Anadolu’da Nevşehir-Kayseri-Niğde-Tokat-Ordu çevresine yerleştirilen Tatar-Türk boyları arasında "Maniheist" inancına sahip Türklerin zamanla Müslümanlığı benimsedikleri, bununla birlikte Gayrimüslim-Hıristiyan-Türk  topluluklarının da Türk hakimiyeti altında hayatlarını sürdürmeye devam ettikleri görülmektedir. Kur’an’da 30’uncu sure olan “Rum “suresinden dolayı Anadolu’da yaşayan topluluklara (Müslümanların haricinde ) Rum(Romalı) adı verilmiş bu yüzden Türk Ortodoksları da kendilerini bu adla adlandırmışlardır. 


      "Gerçi Rum isek de hurufumuz Yonanice denilmesi, Roma(Rum) bu sebebledir."



     Yukarıdaki cümleden de anlaşıldığı gibi kendilerini tanımlarken Yunan olarak değerlendirmemişlerdir. Türk Ortodoksları bağlı oldukları kiliselere  kayıt edilirken baba adlarına göre kayıt edilmektedir.


      Lozan Barış görüşmeleri sırasında İsmet İnönü’nün "50.000 Türk Ortodoksu Müslümanlarla eşit yaşamak istediklerini dile getirmektedirler” sözleri Anadolu’dan ayrılmak istemeyen Türk Ortodokslarının durumlarını özetlemektedir. Buna rağmen mübadele meselesi dine dayalı zorunlu yer değişimini esas alarak imzalanmıştı. Bunun sonucu olarak Türk Ortodoksları Yunanistan’a gönderilirken, Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türklerle birlikte, Yunan, Slav, Arnavut, Pomak, Bulgar, Ulah vd. Müslümanlar etnik kökenlerine bakılmaksızın mübadeleye tabi olmuşlardır. Yunanistan’ın almak istemediği Arap ve Arnavut Ortodoksları meselesi daha sonra çözüme kavuşturulmuştur.. 


*******Türk Papa Eftim'in ölümünden sonra  yerine oğlu Turgut Erenerol geçer. Alparslan Türkeş'in desteğiyle Hırıstiyan Türk halklarını Türk Ortodoks Patrikhanesi çatısı altında toplamak istemiş. Bu konuda Gagavuzların Cumhurbaşkanı Stefal Topal ile görüşülmüş, olumlu adımlarda atılmış ancak nihai bir sonuca varılamamıştı.


İşte böyle Karamanlıların hikayesi.......Sevgili Leyla Kaplan konuyu Millattan önce 4200'lü yıllardan alıp, 30 Ocak 1923 Lozan Barış Antlaşmasına kadar getirdi. Ardından bu tarihi olay 2007 yılına dayandı, 2019'da da nihayet bloga konuldu :) 
Bu yazıyı hazırlayan Sevgili Hocam Leyla Kaplan'a en kalbi duygularımla......... 
                                                                                                                           Sevgilerimle 




1- Ekrem Memiş:Eskiçağ Türkiye Tarihi,Konya 2002,sh.16,17) 
2- Marco Polo’nun Geziler Kitabı(Çeviren:Ömer Güngören),İstanbul 1985,sh.19 
3- Ali Bademci;Karamanlılar Rum Veya  Ermeni mi?,19 Kasım 2014,Haberiniz com)   
4- Karamanlılar:Bin 960, Maria Stamova; Çok Dillilik Açısından Gagavuz Türkleri,Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu(2002) Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları No:395, Ankara 2004, sh.183,185   Yonca Anzerlioğlu: Karamanlılar, Urumlar ve Gagavuzlar Arasında Tarihsel Ve Sosyo Kültürel Bağlar Var mıdır? Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu (2002) Ankara 2004, sh.221,231    
5- Mustafa Ekincikli, Karamanlı Ortodoks Türkler, Ankara 1998,s.137, Yalçın Öcal,Tarihin Işığında Gayrimüslim Türkler,İstanbul,2004,s.15-16)  
6- Mustafa Ekincikli,a.g.e.s.130-138)  
7- Vryonis Speros,The Decline of the Medival Hellenism in Asia Minor and Process of İslamiztion from 11.th. through the 15. Centuries, Los Angeles 1971,s.452-453,Yonca Anzerlioğlu, Tarihi Verilerle Karamanlı Ortodoks Tarihi,Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, s.51,sh.179.,Mustafa Ekincikli, a.g.e,s.137)Sebahatin Yaşar, Son Kırifos Romanında Türk Ve Yunan Milliyetçiliği Osmanlı Gayrimüslimlerinde Milliyetçiliğin İç Etkenleri,Türk Yurdu,Mart 2012,Sayı:295) 
8- Hayrullah Kaya:Karamanlıca Bir Esere Göre Karamanlıca’da Arapça ve Farşça Kelimeler,Turkısh Studies,volume3/3 Spring 2008,sh.482,483 )
9- İbrahim Erdal, Türk Basınına Göre Ortodoks Türklerin Milli Mücadeledeki Tutumu,Atatürk Yolu Dergisi, Mayıs-Kasım 35-35.sayılar, s.333-343 Bülent Atalay, Fener  Ortodoks Rum Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923), Tarih Ve Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul 2001, s.186 Zekeriya Türkmen, İstiklal Harbi Yıllarında Türk Ortodokslarının Fener Rum Patrikhanesine Karşı Yürüttükleri Propoganda Faaliyetleri, Askeri Tarih Bülteni 24/46,Şubat 1999, s.71, Sebahhatin Yaşar, Son Kırifos Romanında Türk Ve Yunan Milliyetçilik
10- Bülent Atalay,Fener Ortodoks Rum Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri(1908-1923) Tarih Ve Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul 2001, s.186
11- İstamat Zihni,Anadolu Ortodoksluk Sedası,29 Temmuz1339 /1923,No:2) 
                                                            





SELANİK KÖSELER FOTOĞRAFLARI İLE BİR MÜBADELE HİKAYESİ.....

$
0
0


Selam 
Aşağıda Sayın İskender Özsoy'un Nikos Çakıroğlu ile yaptığı röportajı okuyacaksınız. Fotoğraflar Köseler köyüne ait...... Köseler köyü Kozana'ya bağlı İslâm köylerinden biridir.Hatta Köseler-Muralar arasında,  gelmiş geçmiş bütün Goriçka beylerinin yattığı bir aile mezarlığı olduğu da söylenmektedir. Köseler ya da Küsüler; Temur zadelerin, Memed zadelerin, İsa oğullarının, Keya oğullarının memleketi.....

O mezarlığa defnedilenlerden biri de en çok güvendiği adam tarafından para için öldürülen Goriçka beyi Zülfikâr bey'dir. Necati Cumalı'nın "Uçana'lı Zülfikâr beye ağıt"çok sevdiğim bir hikâye şiirdir. İleride bir kez daha bu şiiri paylaşacağım. Şimdi anılar  zamanı.........
                                                                   Sevgilerimle


"Onu Vodina'nın Exsaplatanos köyünde ulu çınarlar altındaki kahvede iskambil oynayan hemşehrilerini seyrederken buldum. Arkadaşlarının oyununa ikide bir mübadele ediyordu.
Dayanamadım
-Nerdensin be yahu! diye sordum
Kalktı yerinden, soruma soruyla karşılık verdi.
"Net'çen........."
İşte diyalog kurulmuştu aramızda....




Daha sonra hiç duymadığım türkülerle yol yorgunluğumuzu giderecek mini bir konser veren, fıkralar anlatan Nikos Çakıroğlu 1935 yılında Kapinyani'de doğmuş. Anadan-babadan Bursalı...ama köylerinin adını hatırlayamadı. Niye konuşmak istediğimi söyleyince
-Şinci bak burada kimse benim gibi Türkçe konuşamaz ! diyerek bir çırpıda şunları anlattı.
"Anam 16, babam 28 yaşındaymış buralara geldiklerinde...ikisi de "Bursa gibi bir yer var mı acap dünyada" derlerdi. Çok yavuz bir yermiş. Babam keşke oralarda kalsaydık, adıma Diamandi diyeceklerine Hasan deselerdi ne olurdu! derdi ara sıra.......
ve eklerdi
"Türklerle kardeş gibi yaşıyorduk"





Bizimkilerin yaşadığı köyün tanınmışlarından bir Ömer bey varmış.Ömer bey anamın kardeş çocuğu ile evlenmiş. 17 yaşındaki kız Ömer beyi sevmiş.Kız güzel kızmış biliyon mu? Kız müslümanla evlendi diye mahkemelere çıkarılmış, ama faydasız.....
Kız mahkemede;
.........dinden kaçtım, hak dinine gittim size ne ! demiş. Üç çocuk yapmış. Tabii o buraya gelmedi Şinci Türkiye'de akrabalarım var. Ömer bey 1922'de kaçarlarken anama, babama
-Gitmeyin, size dokunan Türk'ün karşısında ben dururum. demiş.



Ama mecburdular gittiler. Dayım Starati yıllar sonra gitti Bursa'ya.....Ömer beyi buldu, konuştu. Ben anamın akrabasının çocuklarını tanımıyorum. Hiç gelmediler buraya.....bende gidemedim oralara fukaralıktan.....gitsem mısırları kim sulayacak, hayvanları kim yemleyecek?
Çakıroğlu'nu bu sohbetten sonra yanımıza aldık, şarkılar türküler söyleyerek Fuştan'a gittik. Dönüş yolunda yine anlattı Nikos Çakıroğlu........

SELANİK
"Anam babam buraya geldiklerinde çok çekmişler. Ama şimdi mezarlıkta huzur içinde uyuyorlar. Mutlaka Türkiye'yi görüyorlardır, belki de oralarda dolaşıyordur ruhları, kim bilir?
Çakıroğlu ile vedalaşırken 
"İhtiyarlığıma verin, köyün adını hatırlayamadım, halbuki dilimin ucunda......" diyerek özür diledi.
Olsun,varsın....
O unutkanlık ihtiyarlıktan değil, heyecandandı........"


sEİskender Özsoy'un Selanik'te sela sesi adlı kitabından.......






















SELANİK SARIŞABAN'LILAR............

$
0
0




Selam
Sarışaban'a bağlı Nedirli, Muratcık, Ulucak, Kavacık, Koçoğulları ile Kolçalar köyünden mübadele ile Türkiye'ye gelen ailelerin tasfiye talepnamelerinden oluşturduğum   lâkapları aşağıda.......kimine çok tanıdık gelecek, kimine de çok yabancı....... şimdi değil belki ama, gün gelecek torunlar büyük büyük dedelerinin-ninelerinin izinin peşine düştüğünde yolu buraya düşecek..Bu bilgiyi de buraya bırakayım......
Sevgilerimle



NEDİRLİ KÖYÜ LAKÂPLARI
MURATCIK KÖYÜ LAKÂPLARI
Karaosmanoğulları

Hacıibrahimoğulları

Müminkâhyaoğulları

Pehlivanoğulları

Karacaoğulları

Kantacıoğulları

Ömerkulları

Semercioğulları

Dayıoğulları

Nazıroğulları

Mollaömeroğlu

İmamoğulları

Mumcuoğullları

Halildayıoğulları

Mutaşoğulları

Alipaşaoğulları

Delieminoğulları

Hatipoğulları

Himmetoğulları

Bayramdedeoğulları

Koçoğulları

Mehmetalioğulları

Dayaoğulları

Mısırlıoğulları

Kasapoğulları

Terzioğulları

Topaloğulları

Köseoğulları

Bohçacıoğulları

Mollaahmetoğulları

ULUCAK KÖYÜ LAKÂPLARI
Boyacıoğulları

Topaçoğulları

Bobooğulları

Caferoğulları

Kocakıroğulları

Karabaşoğulları

Yeleklioğulları

Küçükalioğulları

Nebioğulları

Küçükalioğulları

Kırahmetoğulları

Hatipoğulları

Bayraktaroğulları

Yanbaşoğulları

Kayaoğulları

Kâhyaoğulları

Yaşbozoğulları

Geyikoğulları

Doluosmanoğulları

Basanoğulları

Abdioğulları

Külcüoğulları

Karaismailoğulları

Alemdaroğulları

Alibabaoğulları

Kahvecioğulları

İbişoğulları

Eselioğulları

Kahvecioğulları

Kubakoğulları

Barutcuoğlu

Çavgaoğulları

Muharremoğulları

Yakupoğulları

Çıbaoğulları

Solakibrahimoğulları

Karagözoğulları

Sarıalioğulları

Çorbacıoğulları

Kocamustafaoğulları

Arapoğullları

Hacı kelebekoğulları

Müezzinoğulları

Hocahasanoğulları

Bektaşoğulları

Çakaloğulları

Mollahasanoğulları

Büyükalioğulları

Karabaşoğulları

Hacıeminoğulları

Bekiroğulları

Piryeoğulları

Mahmutoğulları

Nediroğulları

Köroğulları

Kuloğulları

KAVACIK KÖYÜ LAKÂPLARI
Mahmutoğulları


Nizamoğulları

Rahmanoğulları

KOÇOĞULLARI KÖYÜ LAKÂPLARI
Kalıncıoğulları

Mollaosmanoğulları

Alimollaoğulları

Kocaahmetoğulları

Delioğulları

Terzioğulları

Abdioğulları

Kırkhasanoğulları

Kocayusufoğulları

Bayramoğulları

Çakıroğulları

Mustafaçavuşoğulları

Şalakoğulları

Kasapoğulları

İmamoğulları

Kocamustafaoğulları

Topaloğulları

Hacıoğulları

Topalosmanoğulları

Köribrahimoğulları

Berberoğulları

Dikmeoğulları

Davutoğulları

Mollaosmanoğulları

Bahçecioğulları

Karaalioğulları

Deliahmetoğulları

Katiloğulları

Karaçomakoğulları

Reşitoğulları

Karahasanoğulları

Çakıroğulları

Köklüahmetoğulları

Karamustafaoğulları

Keleşoğulları

Sakaoğulları

Köribrahimoğulları

İshakoğulları

Kocamehmetoğulları

İbrahimbölükbaşoğulları

Yakupoğulları

Diplialioğulları

Bölükbaşıoğulları

İdrisoğulları

Saitoğulları

Katiloğulları

Sakioğulları


KOLÇALAR KÖYÜ LAKÂPLARI
Çelekoğulları

Delibaşoğulları

Ramazanlılar

Yakuppaşaoğulları

Hasanköseoğulları

Delihüseyinoğulları

SAKIZ ADASI SAKİNLERİ -19-

$
0
0
Günaydın
08.Temmuz.1925 tarihli  Sakız livası Torloto Mahallesinden gelip, İzmir ili Basmane köyünde iskan edilen Atıf eşi Fatma ile kızları Sabire ve Leman'a ait tasfiye talepnamesi 
Tasfiye talepnamesinin numarası en alttaki belgede yazılı....
Sevgilerimle



TASFİYE TALEPNAMELERİ





MÜBADİLLERE AİT TASFİYE TALEPNAMESİ KAYITLARI NEDİR?

$
0
0




Selam 
Bugün en sık karşılaştığım sorulardan birini açıklamaya çalışacağım. Tasfiye Talepnamesi nedir? Niçin doldurulmuştur? 
Lozan Barış Antlaşmasına bağlı olarak 30 Ocak 1923'de imzalanan "Yunan ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol" uyarınca Anadolu'da yaşayan Ortodoks Rumlar ile Rumeli'de yaşayan Müslüman Türklerin yer değiştirmesine karar verilmişti. 

Anadolu'ya gelecek  mübadiller tarafından doldurulan ya da doldurtulan, oradaki mallarını gösteren tasfiye talepnameleri; göçmenlerin (mübadillerin) yanlarında getirecekleri en değerli belge niteliğindeydi.

Belgeler  Karma komisyona bağlı ara komisyonlarca düzenlenecekti. 
4 nüsha olarak düzenlenecek ve resmi olarak onaylanıp,  mühürlenecekti.
  Mallarının dökümünü yapan ve kendisine göre paraca değerini belirleyen göçmen elindeki beyannameyi ihtiyar heyeti azalarına onaylatıyor, sonra ara komisyona teslim ediyordu.*
*Büyük Mübadele Prof Dr.Kemal Arı


Mübadele sürecini işletmekle yükümlü bulunan  Muhtelit Mübadele Komisyonu, komisyon üyesi Tevfik Rüştü Bey'in (Aras) istek ve önerileri doğrultusunda mübadeleye resmen 10 Kasım 1923'de başlanacağı açıklandı. Resmi nitelikli bu karar açıklanınca hazırlıklara hız verildi. Mübadele edileceklerin henüz ayrılmadıkları topraklarda ki mal kayıtlarının yapılması ve bu malların paraca değerlerinin saptanması gerekiyordu. Böylece gidecekleri yeni topraklarda, ne oranda mal sahibi olabileceklerinin belirlenmesi de mümkün olabilecekti.*
*Büyük Mübadele  Prof.Dr.Kemal Arı

Amaç mübadeleye tabi Türk halkının malına karşılık mal almalarını sağlamaktı. Ama düşünüldüğü gibi olmadı. Uçsuz bucaksız Vardar Ovasına sıralanan Türk köylerinde yaşayan Müslüman halk, Anadolu'ya döndüklerinde; Rumeli'de bıraktıkları mallarının karşılığını alamadıkları gibi, dönüm dönüm bereketli toprakları tam hasat mevsiminde, tahıl ambarları, tütün dizgileri  ağzına kadar dolu olarak bırakarak,  bir avuç işlenmemiş toprağa, yanmış yıkılmış toprak damlı evlere gelmek üzere yola çıkacaklardı. 

Türkiye savaştan galibiyetle çıkmıştı ama elde kalan 
yanmış-yıkılmış, talan edilmiş, imarsız bir ANADOLU idi.
Ama bu durum onları yıldırmayacaktı. Küllerinden tekrar doğacaklardı.

Tasfiye talepnamelerinin doldurulması için  şehir merkezlerinde, köylerde yapılan duyurular ile halkın  köy meydanında toplanması, Muhtelit Tasfiye Komisyonu eşliğinde,  mal sahiplerine sorularak doldurtulması amaçlanmıştı ama planlandığı gibi olmadı. Zaman dardı ve her köye ulaşmak mümkün olamadı. Çoğu yerleşim yerlerinde bu belgeler mübadillerin kendisine doldurtuldu. Böylece bir takım fırsatçılar da ortaya çıkıp abartılı mal varlıklarını kayıtlara geçirdiler.


Yukarıdaki sayfa seyahat belgesi...bazı tasfiye talepnamelerinde  üst nüshası olarak görmekteyiz. Belgede mübadilin adı, gemiye bindiği liman, erkek-kadın-çocuk olarak kaç kişi oldukları, tarihi seyahatin ücretli olup olmadığı hakkında bilgiler yer almaktadır. 











Tasfiye talepnameleri 16 yaşından büyük, evin reisi kim ise, onun adına doldurulmuş. Bazen evin babasının, bazen annesinin, bazen de en büyük çocuk adına doldurulmuş. İsmi  ve babasının  ismi ile başlıyor.  Memleketinin neresi olduğu, mesleği, söylediyse lâkabı, hatta mahallesi varsa onun ismi bile yazıyor.
 Belge en başında yanlış ve mübalağalı olarak bildirimde bulunmayacağına dair ihtar yazısı ile başlıyor. Ardından 30 Ocak 1923 tarihli Mübadele Sözleşmesine göre menkullerinin ve gayrimenkullerinin Mübadele komisyonu tarafından kişinin menfaatına uygun olarak doldurulması rica eden bir dilekçe geliyor.





3.sayfada evinin özellikleri ve ürünlerinin çeşitleri ve nerelerde yetiştirildikleri yazıyor. Bizimkilerin evi gayet mütevaziymiş. Tek katlı iki odalı, avlulu bir ev.........İki ara ahır, dört ara samanhanesi, iki ara Hayatı olan bir ev..........34 dönüm arazisi, 38 dönüm bağı olan bir çiftçi.....






4.sayfada ise altın olarak değeri hesaplanmış. Tapuların kimden ve  nereden olduğu sorulmuş. Pederinden intikal ettiği cevabı yazılmış ve tapuların zayi olduğu yazılmış. Bazı gördüğüm tasfiye talepnamelerinde ise Balkan Savaşında zayi olmuştur diye yazıyordu. Haydar Dedem' e mallarına  1075 altın olarak değer biçilmiş. Ardından belgeyi Aksakallı köyü muhtarı Tevfik ihtiyar heyeti muavini Ali tastik etmişler.






5. sayfada hayvanları yazılmış.Toplam da sadece 6 tane küçükbaş hayvanı varmış.






Ambarlarındaki tahılların kile olarak hesabı yapılmış ve altına çevrilmiş. Belgenin hazırlandığı tarih 25 Mayıs 1924.......







Tarihler konusunda yazım sırasında ya da  çeviri sırasında bir hata yapılmış. Yukarıdaki belgede farklı, aşağıda belgede farklı gözüküyor.
7.sayfada ise Mustafa oğlu Haydar'ın onay bölümü var.

Yıllar önce Devlet Arşivlerinde orijinal belgeyi gördüğümde bu belgede Haydar Dedemin imzası vardı.
Şimdi anlamlandırıyorum bazı şeyleri.......demek ki imzası olduğuna göre okuma yazması vardı. 






8. ve son sayfa ise zorunlu Vekâletname....Reşit olanlarda olmayan bir belge....Bu belgeden de anlaşılan Haydar dedem belge doldurulduğunda reşit değil.....onun adına başka birine yetki verilmiş. 

Tasfiye Talepnameleri 4 nüsha olarak doldurulmuş.Biri mübadile, biri Yunanistan arşivlerine, biri Lozan'da, ötekisi ise Türkiye'ye verilmiş. Türkiye'de olanlar halen Devlet Arşivlerinde muhafaza edilmektedir. 
Şimdiye kadar görüştüğüm mübadil ailelerin hiçbirinde bu belgeye rastlamadım. Sadece Devlet Arşivlerinde mevcut ve kayıtlar araştırmaya açık durumda.....
Umarım tasfiye talepnamelerinin en olduğunu anlatabildim.
Sevgilerimle


SELANİK KESENDİRE- KASSANDRA KAZASI KÖY ADLARI

$
0
0

 Kesendire haritadaki  üç yarımada kolunun  soldaki parçasıdır.

  
Selam
Bir Osmanlı'da Selânik şehrini tanıyalım yazımıza daha başlayalım. Bugün Kesendire'yi anlatmaya çalışacağım size.....

Kesendire körfezi ; Halkidikya yarımadasının batısında Sithonia ve Athos mıntıklarının doğusundaki küçük yarımadanın adıdır. Osmanlı Devleti zamanında adı Kesendire iken, şimdi ki adı Kassandra'dır.

Kesendire ile Gelmeriye birbirlerine sınır iki kaza...Bu yüzden çoğu köy birbirine karışmış durumda...mesela Hacı Musalı, Üçevler, Tilkili, Arsaklı, Uzun Ali gibi.......
Mübadele anlaşması sonucu  Kesendire'den Türkiye'ye gelen ailelere ait tasfiye talepnamesi sayısı 1025 adettir.

Kesendire'ye ait bir genelleme yaparsak eğer Tilkili köyünde çoban çok.....

Kesendire'den gelenlerin yerleştirildikleri yerler ise;

İzmir-Bergama-Menemen
Manisa, Yarhasanlar köyü-Lalapaşa köyü
İstanbul, Beşiktaş-Beyoğlu
İçel- Silifke
Bursa-Gemlik
Antalya, Ankara



1904 yılına ait Selânik salnamesinde yazılanlar ise; şehrin o zaman ki durumu bize gösteriyor.

"Kesendire kazasının merkezi Poliroz kasabası olup, Selaniğe 14 saat uzaklıktadır. Kesendire kasabası dört mahalleye bağlı olarak 420 hane, 39 dükkan, 855 erkek,  851 kadından oluşan bir halkı vardır. Kesendire sahil kasabası olması sebebiyle, bir sahilden diğerine yelkenli gemilerle gitmek mümkündür.

Kesendire kazasında buğday, arpa, alef, çavdar, burçak, mısır, susam ve pamuk yetiştirilir. Zeytin iki senede bir iyi mahsül vermektedir. Ama ihraç edilmemektedir. İpekçiliğe heveslidirler ve bu yüzden dutluk yetiştirmeye çalışırlar. Aya Mama çiftliğinde Eylül'ün ikinci günü 2 gün devam eden bir panayır kurulur. 
Poliroz'da iki fırın olup, bunlardan yalnız birinde ekmek çıkartılmakta, diğerinde yalnız hanelerden gelen ekmekler pişirilmektedir. Poliroz'un ahâlisi ekmeklerini hanelerinde bulunan ufak fırınlarda pişirmekte olduğundan fırına ihtiyaçları yoktur.


99 sene müddetle İzvor, Kazgancı karyeleri ile Lemcadze'de bir Osmanlı anonim şirketi tarafından  manganez madeni işletilmekte, senede 40 bin ton mamül İngiltere ve Amerika'ya ihraç edilmektedir. Ayrıca Romelya karyesinde ve Vavdos karyesinde  krom madeni, Aya Paraşkivi ve Palor karyelerinde demir madeni çıkarılmakta olup Avrupa'ya ihraç edilmektedir. Şiga karyesinde o zamanlar yeni bir madende simli kurşun bulunmuş ve fiyatı Avrupa'ya ihracında tonu 18 liraya kadar yükselmiş"-1-
(Nereden nereye......... İhraç ederken, ithal eder hale gelmişiz.)

1- 1904 tarihli Selanik Salnamesi- Hatice Oruç- Türk Tarih Kurumu yayınları

                                                                           Sevgilerimle


KÖYLER
ÇİFTLİKLER
Gömenç
Çepelli
Külahlı Çiftliği
Gargara
Yaylacık
Sofular Çiftliği
Pazarlı
Varıcılar
Mariyane Çiftliği
Kara Yusuflar
Rumsırt

Peşyone
Bozalan


Çiganeli
Sene


Karatepe
Karacivalı


Çengelli
Baraklı


Çilli
Akpınar


Tilkili
Çebişli


Arsaklı
Kalağozlu


Geren
Emirceli


Atmacalı
Turhanlı


Akpınar
Avani


Poliroz
Dobrulu


Doğancı
Üçevler


Uzunali
Çobanlı


Göçüklü
Seleli


Balioğulları
Hacı Musalı


Sinekli
Akçalı


Davutlu



DRAMA ROPÇOZ KAZASI LAKÂPLARI

$
0
0


SELANİK GÜN BATIMI

Selanik Beyaz Kule'den gün batımı 
(Gemileri beklerken kaç günbatımı seyrettiler acaba bizimkiler..)



Drama'ya bağlı Ropçoz kazasının merkezi Devlin olarak gözükmektedir. Ropçoz olarak anılan merkez günümüzde Bulgaristan sınırları içinde yer almaktadır.

Kaza da 1904 yılı Selanik Salnamesine göre, 24 gayri müslüm olmak üzere 18966 kişi yaşamaktadır. Merkez kazaya bağlı Devlin karyesinde minareli bir cami, iki mescid, bir medrese 256 hane, bir fırın, sekiz dükkan ve üç kahvehane vardır. Ayrıca bir Hükümet konağı da yapılmıştır.
Kazanın başlıca ticareti aba ve keçe imalatıdır. İmal edilen mallar Der- Aliyye (İstanbul), İzmir ve Bosna'ya gönderilmektedir.

Aşağıda lakâpları yazılı ailelerin tamamı Ropçoz kazası Mesudiye köyünden gelmiş olup, Kocaeli Bahçecik kazası Yuvacık köyüne yerleştirilmişlerdir.

                                                                         Sevgilerimle



DRAMA ROPÇOZ KAZASI LAKÂPLARI
Arnavutoğulları

Küçükoğulları

Kanlıoğulları

Nizamoğulları

Numankahyaoğulları

Malkaoğulları

Kuyumcuoğulları

Paşaoğulları

Limanoğulları

Oruçoğulları

Şuaypoğulları

Oykooğulları

İsmailpaşaoğulları

Numanoğulları

Ahmetoğulları

Salahoğulları

Hacımehmetoğulları

Deliismailoğulları

Purkanoğulları

Kumcuoğulları

Cihanoğulları

Topaloğulları

Kaçnaroğulları

Numanefendioğulları

Kazmaoğulları

Araçlar

Sinaboğulları

Pazooğulları

MİDİLLİ KÖY VE MAHALLE ADLARI VE BİR RODOS HİKAYESİ

$
0
0





"Elinizde bulunan bu kitap 1912 yılından 1947 yılına kadar İtalya egemenliğinde bulunan  Rodos adamızdan 1938 yılında İtalya da sürgünde bulunduğu zaman Anadolu'ya kaçarak gelen Babam Celalettin Rodoslu'nun Rodos ve Oniki adalılara armağınıdır. İlk defa 1945 yılında Ankara da Çankaya matbaasında bastırılmıştır. Anadolumuza kaçarak gelmiş veya zorla göç ettirilmiş bütün dış Türklerin ortak yazgısı bir derlemedir. Nelerimizi orada bıraktığımızın yazılı vesikasıdır." diyor Sayın Nuri Rodoslu.
 Babası Celalettin Rodoslu'nun kaleme aldığı, kendi hikayesi eşliğinde Rodos'u, Rodos'ta yaşayan Devlet büyüklerini, sürülen sadrazamları, Kırım hanlarını da anlattığı "Rodos ve İstanköy adalarında gömülü tarihi simalar" adlı  kitabı bana ulaştıran sayın Nuri Rodoslu'ya en derin saygılarımla...


.............................

Talia ve Nuri'den olma Celalettin; 1912 yılının 13 Mayısında Rodos'ta dünyaya gelmiş. Dört çocuğun en büyüğü...babalarını erken kaybetmeleri sonucu aileyi korumak görevi de ona düşmüş. Çok genç yaşında almış olduğu bu görev neticesinde bir taraftan eğitimini sürdürürken diğer taraftan ise ailesinin geçimini sağlamaya çalışmış. O zamanlar İtalyan egemenliğindeki adada İtalyanca da öğrenmiş. Türkiye'den getirttiği kitapları sahibi olduğu Nur kitap evinde satmış. Okul sonrası genç Türkiye'nin Rodos Başkonsolosluğunda görev almış. İtalyan hükümranlığı döneminde istihbarat bilgilerini Ankara Hükümeti'ne gönderdiği için sürgün ile cezalandırılmış. 2 seneye yakın İtalya'da sürgün hayatı yaşamış. 1938 yılında sürgün cezası çekerken kaçıp Türkiye'ye gelmiş.

İşte o İtalya'da sürgün cezasını çekerken kaleme aldığı şiir aşağıda
Midilli fotoğrafları eşliğinde, Rodos bir Türk olan Celalettin Rodoslu'nun duygu dolu şiiri ve ardından Midilli'den gelen Türklerin nerelere yerleştirildikleri ve Osmanlı Hakimiyetinde iken Midilli'nin mahalle ve köylerinin adları.....

Tanrı Türkü korusun!




SÜRGÜNDE

İki değil, seksen yılda sürgünlerde kalırsam;
Hiçbir zaman değişmez benim büyük adağım.

Ölüm beni bu yerlerde pençesine alırsa,
Mümkün değil kırılmaz benim çelik kanadım.

Uçar uçar bu dağları denizleri aşar da
Ana yurdun bağrına ben mezarımı kazarım.

Atalarım Altaylardan göğreyip akmışsa da,
Tarsuslardır benim asıl, benim sosyal kaynağım..

Ben bir Türküm, Türk oğluyum, Türk yaşarım.
Hangi Sinyor bana aşı vuracakmış şaşarım.

Evet TÜRKÜM. Oh ne büyük, ne yüksektir bu adım.
Selam sana benim güzel, benim ulu bayrağım..

Bugün için bağlı ise iki elim ayağım,
Kayalardan da sert olacaktır yarın savaşım..

Yurttan ırak, yad illerde sessiz sessiz yaşarken,
Harlamayan vulkan gibi için için kaynarım.

Dört rüzgara haykırarak and içerim tınmadan,
Anamdan emdiğim süt, kan-irin aksın burnumdan

Kararsın, koksun,şişsin leşim
Ateş yakmasın, toprak örtmesin,sular yutmasın..

Karanlıklarla lanetler olsun leşim.
Eğer TÜRK olarak ölmesini bilmezsem.......

Celalettin Nuri
İtalya (Gallicchıo) Ağustos 1937















Yerleştirildikleri yerler

Ayvalık Fethiye-Edremit-Sakarya-Zeki bey-Kemalpaşa-Kazım paşa-İsmet paşa-Vehbi bey-Alibey (Cunda) mahalleleri
İstanbul Gedikpaşa-Kadırga-Beyoğlu
Edremit Turhan bey-Cami vasat-İsmet paşa-Orta Cami-Gazi İlyas mahalleleri-Küreköy- Zeytinliköy-Havran- Tahtacı köy-Papazlık köyü-Turhan bey köyü-Narlı
İzmir- Foça-Tepecik-Bayraklı-Dibekbaşı-Darağacı-Bergama- Bergama Rahmi bey mahallesi-Eşrefpaşa
Burhaniye Cami Kebir mahallesi- Gömeç-Dere-i Kebir-
Çanakkale- Ayvacık-Eceabad Seddülbahir köyü





MİDİLLİ
KÖYLER
NAHİYELER
Sarlıca
Aryana
Katırtoz
Kalonya
Komi
Fesleke
Afteronda
Mandamanda
Müstefna
Simorya
Dafiya
Yere
Herse
Kızıltoprak
Kalapoza
Ayasu
Cumalı
Pelye
Filya
Molova
Göle
Polihnet
İşlemetopu
File
İpyoz
Misetyo
Sağrı
Pilmar
Kapya
İstematyo
Petre
Polihnet
Balçık
Ayasu
Çömlekköy
İlkoplu
Katırtoz
Yayla
Aryana

Bolonik
Kukla
Hedre

Balçık
Haymenişin
Anamutya

Kokmide
Görye
Praşle

Masagra
Almotya
Misetopu

Ağra
Pela
Pelye

Vasyapot
Vakya
Eskemya

Saferi
Kilaparo
Rafine

Halka
Kabliya
Ostilmut

Petrecik
Lotra
Demistiğna

Lotra
Vasilçot
Ayani

Arino
Ağripa
Kışla

Taç
Lezgor
Miravro

Lipkada
Aya Paraşkova
Potra

Mestina
Moriye
Yukarı İskele

Sukopolo
Gargor
Hisarlıca

Oktarunda
Mülük
Kablabodu

Sakari



MAHALLELER

Balizade
Bacızade
Kale-i Bâlâ
Aşağı Kale
Bâlâ
Minareli Cami
Debbağhane
Pariszade
Ağra
Aziziye
Hüdaverdi
Şukufe
Kale-i Süfla
Hasan Reis
Ağakapı
Kızıltoprak
Pervezzade
Kalender Çeşmesi
Kumluk
Muhittin
Çınarlı
Hamam
Kanlıdere
Payzade
Süfla
Pazarzade
Meşrutiyet
Parszade
Yukarı Kale
Mektep
Turunçlu
Üç çeşme
Koru







100 YILLIK JERVENİ KÖYÜ BAKKAL DEFTERİ

$
0
0



CUMBALI EV

Sevgili Leyla Kaplan hocamın derlemelerinden......

JERVENİ KÖYÜ BAKKAL DEFTERİ

Jerveni köyüne ait ulaştığımız bir diğer defter ise, köyde hem hocalık, hem de bakkallık yapan  Arif hocanın defteridir. (Arif hocanın torunları Münevver ve Müzeyen Güller’in özel arşivinde bulunan defterde)  Arif hocanın köyde işlettiği bakkalın gelir ve gideri ile ailesine yaptığı harcamalar, köylülerin alışverişleri, alınan yiyecek ve malzemeler,  satılan çeşitli mallar, şahitlerin isimleri vb. yazılıdır. Yüz yıl öncesi köyde yapılan alışveriş listeleri, satılan ve alınan mallar ödenen ücretler, yiyecek ve hayvan fiyatlarının yazıldığı bu defter sadece köyü değil Kesriye’deki  günlük  yaşamı aydınlatacak bilgilere sahiptir.
Köylülerin satın aldığı yiyecekler ve ihtiyaçları olan diğer malzemelerle ücretleri  günü gününe yazılmıştır. Defterdeki 26 sayfanın 25 sayfası  tamamiyle yazılı olup ;1905-1918 tarihleri arasında Kesriye Jerveni köyünün alış veriş malzemelerini, o günkü fiyatları, en önemlisi insanların birbirlerine ve köyün hocasına güvenlerini göstermektedir.
Arif Hoca'nın günlük olarak tuttuğu defterde kendi harcamalarını şahit göstererek yazması ve Amerika'da çalışan kardeşi İlyas'ın gönderdiği paraları aldığını ve bir kısmını ne şekilde harcadığını yine şahitlerle yazması dikkat çekicidir.
Osmanlı para birimi yanında Fransız parası kullanırken Yunan para birimlerinin işgal altında dahi kullanılmamış olması dikkat çeken diğer bir konudur. Aşağıda defter sayfalarından alınmış birkaç örnek verilmiştir.

Teşrinisani 1332 ayında…………………harcamaları beyanı:

Cinsi                kıye    .........     pare                 Cinsi                 kıye    ……….            pare
Şeker                  1        18            ---                   Hınta                 1          150          ---
Gaz                     1        25            ---                  Çavdar              1         120           ---
Sabun                1         12            ---                  Mısır                 1         115           ---
Tuz                     1           5           ---                  Alaf                  1           40          ---
Pirinç                 1         10           ---                  Burcak?           1           70          ---
Kayve(Kahve)    1          23          ---                 Şağer?             1            80         ---
Zeytinyağı          1          18          ---   
Yağ                     1         30          ---
Pili                     1         14         ---


Papuçi Çernolişte karyesinden Astar Taryko İlyas ağaya sanat öğreddiyi içun verdiği makina ile alet on Osmanlı lirayi, altı Osmanlı lirayi el hakkı....teslmimat...pare....lira-i Osmani umum mesarifan aletler ile onaltı Osmanlı lirası olmuştur.
1 Osmanlı lirası İlyas bedile (yedile) Osmanlı lirası kendim verdim. 13 Kanunevvel 1330
                                                                                                                   (13 Aralık 1915)
6 Osmanlı lirası Benim yedile dört Osmanlı lirası, bir İngiliz, bir Napolyon, dört guruş ufaklık, altı lira....Şahin Hüseyin, Nuri Raşid, Selim Besim Mehmed...... 20 Mart 1331 (1916)
Papuçlar içun 50 pare....
Diğer papuçlar astar ile 10 pare....
20 Eylül 331 (1916) İlyas bedile Tarikuya bir Napolyon ve beş dirhem verilmiştir.  

28 Teşrinisani (kasım) 332 (1917) tarihinde yukarı çarşıda bir diş çektirdim on guruş aldığımı beyan ederim.
27 Ağustos 334 (1918) Pazarertesi günü Fransız tarafından bizmim köyden sekiz öküz alındı. Bizmim siyah öküzü  otuzdört  Napolyon parası, İbrahim Nezir'in, Zeynel Ağoş'un, Kerim Ferhat 
11 Teşrinisani (Kasım) 335 (1919) Pazarertesi inek bir erkek buzağı toğurdu.
5 Kanunevvelde Kesriye'de şaro (şareno= renkli keçi) keçiyi yüz on guruşa sattım. 
                                                                                                       
Balkan savaşları sonrasında Balkan devletleri arasında yapılan mübadele de uygulama dışında kalan Jerveni köyü, I.Dünya savaşı sırasında, Yunanistan müttefik olduğu devletlerle beraber Osmanlı Devletinin işgalini kulaktan dolma haberlerle takip etmeye çalışmıştır. Savaş sırasında Yunan ordusuna asker olarak katılmayı kabul etmeyen gençler köyü terk ederek, Osmanlı ordusuna hizmet etmeyi görev bilmişlerdir. (Çanakkale muharebelerinde 2 Jerveneli şehit olmuştur)

 I.Dünya savaşı sonrası Türk milletinin Anadolunun işgalini sona erdirmek amacıyla yaptığı Kurtuluş savaşının kazanılmasından sonra Lozan’da barış antlaşması görüşmeleri devam ederken Yunanistan’ın isteği ile 30 Ocak 1923 tarihinde Mübadele Antlaşması imzalanmıştır.
Bu anlaşma sonrasında mübadele edilecek köyler arasında yer alan Jerveni köyü de yer almıştır. Yüz binlerce müslüman Türk vatan bildikleri toprakları,doğdukları,doydukları köylerini terk etmek zorunda kalmışlar. Ağustos 1924 tarihinde Anadolu’ya gelmek üzere yola çıkan Jerveni köylüleri 5 veya 7 Eylül’de kendi istekleri ile Ürgüp / Mustafapaşa’ya (Sineson) gelip yerleşmişlerdir.
                                                                          Sevgilerimle

KOZANA BİCELİ KÖYÜ FOTOĞRAFLARI

$
0
0



Türkiye'nin gelmiş geçmiş en çalışkan, en vatansever  Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati'nin kaleminden.......Okuyun bakalım şimdi yaşadıklarımızdan ne farkı var..........Türk'ün Türk'ten başka dostunun olmadığını, şu kocaman dünyada yapayalnız olduğumuzu anlatıyor. 
Aşağıdaki yazı Ahenk gazetesinde Aralık 1919 tarihinde yayınlanmış..... Fotoğraflar Yunanistan Biceli köyüne ait....ardımızda bıraktığımız gözü yaşlı topraklarımızdan ....



"Zavallı milletim sen asırlardan beri yaşamak için çırpındın, ölüm karşısında metin ve azimkâr çalıştın, hududların ateşin sinesinde yanık ve imanlı kalbinle Allah'ına istinad ederek, milletinin kalbine zehirler akıtanları, milletinin ruhuna hançerler saplayanları öldürdün.....milletinin namus ve şerefine el uzatan milletlerin elini kırdın. Mukaddesatına, dinine bühtan edenlerin ağzını yırttın.
Sen hak dininin muhafızı oldun, senelerce o dinin ulviyeti, kudsiyeti uğrunda can verdin. Mekke yollarında, Medine sahralarında, Yemen çöllerinde, Mısır ellerinden Şam ve Beyrut diyarlarında milyonlarca genç ve dinç evladın öldüğü Kudus'ün önünde bir avuç mevcudiyetinle büyük bir kuvveti, bir cihan kuvvetini durdurdun........
Senelerce koynunda din ve milletinin yabancıları olanları hakimiyetinin bayrağının himayesindedir. diye besledin. Bir gün hududa siz gidiniz ben rahat edeyim demedin. Onlar ferih fahur senin gölgende yaşadılar.Kuvvetlendiler, bayrağını hakimiyetini yırttılar, çiğnediler, hükumetler kurdular sana meydan okudular.Yine gittin, yine onları terbiye etmeye hadlerini bildirmeye gittin öldün,öldürdün.......
Şeref şan uğrunda milliyet ve vatan uğrunda yine hayatı feda ettin şerefim yaşasın dedin......
Aileni aradın öldü dediler Mezarını sordun bulamadın.Çocuğunu aradın öldü dediler Bir hatırasını istedin bulamadın Kimsesiz kudretsiz kaldın. Hala sana kendini düşünme incinirsin, kendin için hakkını isteme kızdırırsın derlerse inanma, bütün eski kanaatlerini bırak ve artık varlığın, benliğin için çalış ve bil ki kendini bildiğin, kendin için çalıştığın gün kurtulacaksın.Her vakit mazlum ve mağdur olduğun her vakit ölüme koştuğun halde bütün cihan şimdi sana katil ve hunhar diyor. Rumeli'nin imanlar taşıyan camilerini kanlarla yıkamayan muhteris kuvvetler çocuk anne kesen eller, genç kız ve ihtiyar baba doğrayan kollar hep unutuldu.
Girit'in yırtıcı kartalları binlerce müslümanın kalbini parçalarken hiçbir ağızdan bir himaye sesi çıkmadı. Şimdi bütün cihan bağırıyor, bütün cihan haykırıyor, bütün varlıklarıyla bütün kuvvetleriyle hesap isteriz diyor. Bizim milyonlarca öldürülen kardeşlerimizin hesabını sormaya hakkımız yok iken, dört katilin yaptığı cinayetin faili sen oluyorsun. Zavallı milletim yüksel ve bil ki hakkını bildirmeye muktedir olduğun gün her kuvvet önünde eğilecektir." diyor Mustafa Necati......





Viewing all 221 articles
Browse latest View live